Ülkemizi yas evine, insanımızı soru işaretine dönüştürmeye çalışanların bizden almak istediği çok şey var. İstiyorlar ki sanatı, edebiyatı, fikriyatı konuşamaz hale gelelim. Güzellik ve incelikleri paylaşamaz duruma düşelim. Böylece bin yıllık ahengimizi kaybedelim. Daima aklımızda bulunması, kalbimizde olması gereken şudur: Yunus Emre'den Mehmet Akif'e kadar büyük isimlerimizin çoğu yokluk ve zorluk dönemlerinde temayüz etmiş, ortaya çıkmıştır. Dert söyletir. Derman susturur.
Buna karşılık bizler ne yapıyoruz? Birbirimizle uğraşmaktan vakit buldukça vatanı kurtarıyoruz.
Çevreme bakıyorum. Genel bir gerginlik var. Ne oluyor? Müslüman neşvesi nerede kaldı? Tatsız şahitlik: İnsanları birbirine bağlayan itimat ipi iyice inceldi. En önemsiz bir şey bile 'aramızda kalsın' ricasıyla, tembihiyle söyleniyor. Neden acaba?
Bitmiyor elbette. Güzellik ve incelik dedik. Hayatın içinden değerli bir detayı ele aldığımız vakit, hemen itiraz gelebiliyor:
Öyle ya, daha mühim meselelerin peşinde olmalıyız. Meyveyi unutursak, çiçekten bahsetmezsek, yaprağı yazmazsak, dallara değinmezsek, elimizde ne kalıyor? Kara bir gövde, kütük, tomruk. İstenilen bu mudur?
Suçlayıcı bir dilden bahsettik. Misal: Endişelenmek ile korkmak bahsini birbirine karıştırmamak gerekiyor. Ülkemizin geleceğinden endişe etmek vazifemizdir. Bu bizi dinç tutar. Uyanık kılar. Korkmak mı? Biz sadece Allah'tan korkarız. Kul hakkından ve mazlumun ahını almaktan çekiniriz. Korkularımız bunlardır.
Neşve dedik. Biraz hasta oldum. Doktor kardeşimizi aradım. Bir ilaç ismi yazdırdı. “Bu ilacı kullanırsan bir haftada, kullanmazsan yedi günde iyileşirsin” dedi. Karşılıklı gülüştük. Güzel arkadaşlarımız var. Bundan dolayı talihli ve sevinçliyiz.
***
Arkamızda güzel hatıralar bırakmak ve hayırla anılmak isteriz. Hatıramızın yaşaması için yaşatılması gerekiyor. Bu da ancak insanla ve nasiple mümkündür.
Bunu nereye bağlayalım?
Eskimeyen kaynakları okuyor ve yenileniyorum. Tazelenmek diyelim. Hoca Ahmed Yesevî dergâhına bağlı dervişler 'yol evladı' olarak anılırmış. Derviş olamasak da hepimiz yol evladı değil miyiz? Geldik, gidiyoruz. Yoldayız, yolcuyuz. Kalıcı gibi davranmak ve yaşamak nasıl bir duygunun sonucudur?
Ahmet Yesevî Üniversitesi'nden 'yeni' bir kitap çıktı: Yesevî'nin Fakr-nâmesi. (Prof. Dr. Kemal Eraslan ve Prof. Dr. Necdet Tosun, Kasım 2016.)
Şeriat, tarikat, mârifet ve hakikat makamları.
Evvela üslup. İnşallah anlıyoruz.
Helal ve güzel istekte bulunmak, mârifetteki on makamdan biri. Tekrar edelim ki kalbimiz temizlensin:
Kimseyi incitmemek, hakikatin makamlarından. Kendime sorayım:
Dört ana kapının devamı, fakirlikte bulunan on makam, nur, yol ve mevki. Dokuzuncu makam:
. Yaralı değil, öfkeliyiz galiba. Öyle görünüyor. İkinci nur: Sabır. Hem birbirimize sabrı tavsiye ediyor, hem de her geçen gün tahammülsüz oluyoruz. Mevkilere gelirsek: İzzet, hikmet, adalet, emanet. Benim dikkatimi ilk önce 'hilm' kavramı çekiyor. Sakin tabiatlı, yumuşak huylu ve karakterli anlamına geliyor. Böylece yeniden başa dönüyoruz.
Basamak basamak gidiyor, iniyoruz:
Kesinlikle kitabı alıp okumak lazım. Böyle olmuyor.
Bir yanda medya savaşları, şahsi hesaplar, kişisel hırslar, siyasi çekişmeler, ticari rekabetler; bir yanda da bütün bunlar. Nerede duracağız, durmalıyız?
Marifette bulunan on makamdan biri de buydu, unutmadan yazalım: Ahireti seçmek.