Bir kartpostal arşivi yaptım. Osmanlı Devleti'nin son yirmi yılı diyelim. Orijinal Bağdat, Basra, Musul, Rakka, Yemen, Kudüs, Halep, Şam kartları. Şehirlerden genel görünüm, hayatın içinden manzaralar. Çoktan solup gitmiş insan yüzleri. Bu kartların hepsinde 'Türkiye' yazıyor: Turquie.
1904 yılında Bağdat'tan Fransa'ya gönderilmiş bir kartpostal. Osmanlı pullu, damgalı.
Yüzlerce bayrak, binlerce insan. Yemen'den de buna benzer bir görüntü.
Kudüs, Lübnan, Halep ve Şam'dan postaya verilmiş Türkiye kartları. Şam'dan (Damas) Avusturya'ya gönderilmiş 1915 tarihli kartpostal. Savaşın henüz başı. Arşivimdeki son kart, Halep (Aleppo) şehrinden postaya verilmiş. 29 Temmuz 1918. Almanya.
Üç ay sonra (ekim) her iki şehir de düştü. Düşman, ancak Kilis civarında durdurulabildi yahut durdu.
Osmanlı'da Türkmenlerin iskân edildiği ve hemen şurada olan Rakka şehri ne kadar uzağımızda kaldı. Elimizin ucundaki, gözümüzün önündeki Halep'e uzanamıyoruz.
Daha geçenlerde, Bağdat'ta protesto gösterileri sırasında bayrağımızı yaktılar.
Birinci Cihan Harbi'nde önce Bağdat - Kudüs savunma hattı yıkıldı. Sonra Şam, Halep, Musul, Kürkük hattını kırdılar.
***
Anadolu'da farklı savunma hatları bulunuyor. Mesela Ardahan, Kars, Erzurum, Erzincan, Sivas veya Ağrı, Van, Muş, Bitlis, Bingöl, Elazığ hattı. Bir hat daha söyleyelim: Adıyaman, Şanlıurfa, Gaziantep, Kahramanmaraş, Osmaniye, Adana duvarı. İman dolu göğüsler.
Yüz sene sonra tekrar şehirlerimiz, savunma hatlarımız baskı ve tehdit altında. Bu kez kendileri gelmiyor, maşalar tercih ediliyor. Çünkü canları kıymetli. Böylesi daha güvenli. Neredeyse sıfır risk. Hiçbir bedel ödemeden içimizdeki hainleri, uşakları, işbirlikçileri kullanıyorlar.
Birinci bölümü, durumun ciddiyetini kavrayabilmemiz için yazdım.
***
Musul - Halep hattında boş kalan siperleri kimlerin doldurduğu da önemli. Namlular ne tarafa dönük? Kuşatma kime?
İbrahim Karagül aylardır feryat ediyor. Kemal Öztürk uyarıyor. Nedret Ersanel derinlikli analizler yapıyor. Yılmaz Bilgen bölgede yaşanan önemli gelişmeleri bizlerle paylaşıyor. Özetle: Hem imtihan, hem musibet büyüyerek sürüyor.
ndan: “Türkiye, tarihinin en ciddi tehditleriyle yüzleşiyor. Ülkemiz, içerden ve dışardan saldırı altında.” Yine: “Türkiye açık biçimde müttefikleri tarafından vurulmaktadır.”
Ayrıca yaşıyoruz. İsimleri ve ideolojileri farklı olsa da hedefleri aynı. Hepsi ülkemize zarar vermek konusunda birleşiyor, yarışıyor.
15 Temmuz gecesine dönelim. Asker üniformalı teröristlerin konuşmaları / yazışmaları yayınlandı. Müslümanları katlederken, “Allah yardımcımız olsun” diyorlar. Böyle bir sapkınlık içindeler. (Bunlara niçin 'asker' demiyoruz? Korumakla görevli olduğu cumhurbaşkanının yerini söyledikten sonra yatıp uyuyan yaveri düşünün.)
Bölücü terör örgütüne bakalım. Bomba patlatmış. Olayın büyüklüğünü göstermek için yaralı sayısını verelim: Van'da yetmiş üç, Elazığ'da iki yüz on yedi vatandaş. Bu fenalığı yapanları, ölüp giderlerse eğer, 'şehit' kabul ediyorlar.
Zihniyet ortak. Yöntem farkı var sadece: Örgütün biri devletin imkânlarını ve milletin evlatlarını kullanıyor. Diğeri de 'müttefiklerimizin' silahlarını.
***
Bunu söylemek bile insanı yoruyor, üzüyor, yaralıyor. Biz bir şekilde terörle yaşamaya alıştık. Kırk yıllık çilemiz. Onlar da Türkiye Cumhuriyeti Devleti'yle yaşamaya alışacaklar. Çünkü çekilecek, bırakacak başka yerimiz kalmadı.