Bir soruyla başlayalım: Hassasiyet nedir? Ali Yakup Hoca, Yugoslavya hükümeti tarafından tutuklanıp hapse atılır. Tam sekiz sene hapis yatar. Bu sekiz sene boyunca, domuz eti yedirirler korkusuyla, sadece ekmek ve su tüketir. Ve sağ salim 'cezasını' tamamlayıp tahliye olur.
Hassasiyet, tek kelimeyle, işte budur. Osman Konuk'un da dediği gibi:
Bu basitlik, bizi, hayatın yıkıcı zorluklarından ve kötülerin şerrinden korur.
Öte yandan, İsmet Özel'e göre, mekânımız piyasadır ve artık hiç kimsenin akrabası kalmamıştır. Bu cümlenin çok sert olduğunun farkındayım. Tam da burada, sorumuz şu olsun:
Mekânımızın piyasa olması, en çok da hassasiyetlerimize zarar veriyor. Konuyla alakasız gibi görünen bir örnekle yazımıza devam edelim: Kâr-zarar hesabı açtıranların, bir ay 'kâr payı' alamadıklarını düşünün. Ne olur dersiniz?
Piyasa, menfaat kavramını da beraberinde getirir. Mekânı piyasa olan, pekala, 'dünya, menfaat dünyasıdır' diyebilir. Her şeye ve herkese kâr duygusuyla yaklaşır.
Nurettin Topçu, menfaati, ayağımızdaki zincirlere benzetir ve onlarla cennete gidilemeyeceğini söyler. Bir de şunu: “Menfaat yaşamak, ahlak ise yaşatmak ister. Bir arada barınamazlar.”
Birçok meseleye işte bu pencereden bakıyorum:
Aslında bu sorunun 'basit' bir cevabı var:
***
Denilir ki, 'menfaat her türlü dili konuşur, her kılığa girer, hatta menfaatlere karşı kayıtsız biri gibi görünmesini de bilir.' Örneğin vefasızdır ama vefa der. Onca haksızlığa imza atıp haktan ve hukuktan bahseder.
Herkesi kendisi gibi gördüğü için, en samimi insanlara bile menfaatçi damgası vurmaktan çekinmez.
Rüzgâr nereden eserse, hangisi daha kazançlıysa, oraya döner. Münasebetlerini ona göre kurar.
Sizin dava dediğiniz şeye, o, imkân gözüyle bakar.
Öte yandan, yıkıcıdır. Dahil olamadığı işleri ve yerleri karalamaktan çekinmez. Bunu yaparken, ölçü, iyi olup olmadıkları değildir. Sözgelimi, gönderdiği şiiri yayınlamayan dergiye savaş açar.
Bir özellikleri de, televizyondan sosyal medyaya kadar, bulundukları her yerde tartışma çıkarma çabalarıdır. Bağırarak konuşmalarından, muhataplarının sözlerini kesmelerinden, laf atmalarından ve hakaret etmelerinden bilirsiniz onları.
Tedbir olarak, İmam-ı Azam Ebu Hanife'nin şu nasihati hep aklımızda bulunsun:
***
Burada, sadece bir kesimden bahsetmiyorum. İkinci Dünya Savaşı yıllarında, Halk Partililerin Hitler bıyığı bırakmalarını hatırlayın. Sonra da mütedeyyin camiadan birçok kimseyi takıyyeyle suçlamalarını. Sükût.
Mihail Nuayme'nin Çağdaş Putlar isimli önemli bir kitabı var.
Put yahut mühür (yetki) kimin elindeyse, onun yanında, o çemberin içinde yer almak. Anlatmaya çalıştığımız şey, tam olarak bu. On binlerce insanın aynı anda taht mücadelesi yapması gibi bir şey.
Amaç bu olunca, insanlar dahil, her şey araç olarak görülüyor. İster istemez, hassasiyetler köreliyor, ölçüler değişiyor: İşime yarar mı, yaramaz mı? Kullanışlı mı, değil mi?
Diyelim ki, elinizde bir imkân vardı ve gitti. Size olan ilgileri bir anda dağılır. Hem sizi terk eder, hem de yanınızda kalanları 'menfaatçi olmakla' suçlarlar. Tekrar imkân sahibi olduğunuzda ise ilk arayan, ilk hayırlı olsuna gelen, yine onlardır.
İşin garip tarafı, bu çıkar toplaşmasına karşı geldiğiniz vakit, kendi sıfatlarını size vermeye çalışırlar: 'Menfaatçi.'
Dikkat ederseniz, böyle kimselerin, milletin katında hiçbir karşılığı yoktur. Kim olurlarsa olsunlar, nereye gelirlerse gelsinler.
Boşuna söylenmemiş: