|
“Bin demir kapıyla hesaplaşmaktan…”
“DAİŞ'i besleyerek vahşi katil sürüsü haline getiren AKP'dir. Suruç'ta halklarımızın vicdanı ve geleceği olan gençlere yönelik katliam AKP ile DAİŞ'in ortak saldırısıdır. AKP DAİŞ'tir, DAİŞ de AKP. Halklarımız, demokrasi güçleri mutlaka öz savunmalarını geliştirmeli, serdilhana kalkmalı”

Bunun anlamı yok farkındayım.

“Mevcut durum topyekün bir savaş durumudur. Suruç katliamı AKP'nin bu savaşı ne biçimde yürüteceğinin de ispatıdır. AKP'nin Kürt politikası bir özel savaş politikasıdır. AKP'nin çözümden anladığı tek şey, PKK'nin tasfiyesi, Kürtlerin soykırımı ve demokrasi güçlerinin ezilmesidir. PKK silahlı gücüyle Türkiye'de barışı, demokrasiyi ve özgürlüğü savunuyor. PKK'nin silahları, Kürdistan, Türkiye ve bölge halkları açısından yaşam güvencesidir.”

Bunun da anlamı yok.

Ve başka o kadar çok şeyin anlamı yok ki artık.

Yok çünkü, Türkiye yoruldu.

Sokaklar yoruldu, siyaset yoruldu, kelimeler yoruldu, ekran yoruldu. Anlam da yoruldu.

İlginç şekilde, reel politiğin de irfânın da gündelik ekonomik kaygıların da biraradalığını, her durumda ve her zaman koruyabilmiş, taşıyabilmiş olan Türkiye, günden güne “yaklaşmakta olanın” ne olduğunu, yine kendine özgü “bulutlar atlası” ile bekliyor. Endişeli, gergin, hazırlıklı, sakin. Birçok şey bir çok şeyle hiç olmadığı kadar içiçe bugün.

Yazının girişindeki cümleler, KCK Eşbaşkanları sıfatı taşıyan Cemil Bayık ve Beşe Hozat'a ait. Birkaç gün önce kurdular bu cümleleri. Gerçi Kandil kadrosunun son 3 yıldaki tüm açıklamaları, bazı liberal ve liberal sol yazarlar gibi. Tüm metinlerde sadece kelimelerin yerini değiştirmeniz yeterli. Suruç patlamasından bağımsız olarak, 21 Mart 2013 öncesi ve sonrasında da, Ceylanpınar'da evlerinde şehit edilen polislerimizin katillerinin PKK olduğunun anlaşılmasının öncesi ve sonrasında da, Kandil'in bütün Hasan Cemalleri , bu uzun havayı okumaya devam ediyordu.

Dedim ya, bir çok şeyin anlamı yok artık.

“Beyaz torosların” bagajından kurtararak Meclis'te siyaset yapabilmeleri için binbir 'baldıran zehri içen' ve Meclis'in kapısını açan adam için söylüyorlar bunu.

Kürtçe yemin lincinden kurtararak, devlet kanallarında - TRT'de canlı olarak HDP'nin Kürtçe miting yayınlamasını sağlayan irade için söylüyorlar bunu.

Yüzlerce KCK üyesini 12 Eylül günlerindeki gibi hizaya sokarak kelepçeleyen Fethullah Gülen ve milislerinin elinden 'kurtaran' süreç için söylüyorlar bunu.

Devlet yurdunda yatılı kalan Kürt çocuklarının annelerinin Kürtçe konuştukları için dipçik yediği günlerden, devlet mahkemelerinde Kürtçe savunma yapılan, yerleşim yerlerine Kürtçe isimleri iade edilen, Kürtçe radyo ve televizyonlar kuran irade için söylüyorlar bunu.

Onlarca, yüzlerce maddelik bir liste çıkarılabilir buradan, lakin “mesele o değil”, meseleleri o değil. Görüldü. Anlaşıldı. Lakin, “anlamı yok artık”.

Bu “anlamı yok artık” duygusunun, tek kelimelik karşılığı var . Yorgunluk.

İşte o yorgunluk ülkesinin “anlamı” biraz da şöyle ; “Türkiye'nin bu karanlık ve puslu vadisinde” 8 Haziran 2015 eşiğini bir an önce aşmamız gerekiyor.

Daha kısa bir cümle ile, Türkiye'nin, bir şekilde, bir an önce Türkiye'yi aşması gerekiyor.

Türkiye'nin önündeki bir çok barikatı kaldırmaya aracı olan sandık ve sandık sonuçları, adeta Türkiye'nin önünde barikat kurmuş durumda. Seçim sonuçlarına, sandığa (adeta) hapsedilen Türkiye'miz, yakında nefes almakta zorlanacak kadar dar bir alana sıkıştırılmak üzere. Bu kuşatmayı yarmanın, koalisyon ya da tekrar seçim gibi farklı düzeylerde (kalıcı) hasarlar bırakacak alternatifleri var, fakat içinde bulunduğumuz günler ve muhtemel etkileri, Türkiye'nin (her anlamda) sınırlarını zorlayacak gibi. Türkiye'nin sınırlarını, ufkunu, motivasyonunu, büyük rüyasını, mücadelesini, 8 Haziran Türkiye'sinin dışında herkes gördüğü için olsa gerek, 'uluslararası kamu diplomasisi' Türkiye'nin günden güne zayıflayan 'kamu diplomasisini' ve özgüvenini sıfırlamak için bütün enstrümanlarını kullanıyor.

Daha uzun bir cümle ile ifade etmek gerekirse biraz da böyle. Recep Tayyip Erdoğan 22 Eylül 2011'de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nda yaptığı konuşmada hangi ülkelerin ismini vererek çağrıda bulunmuşsa, o ülkeler bir 'sandığa, demokrasiye' sahip olsalar da olmasalar da, farklı 'enstrümanlar kullanılarak' hepsi rehin alındı, tutsak edildi, ediliyor. Bangladeş ve Mısır'daki idamlar da, Tunus ve Malezya'daki bıçak sırtı dengeler de, Irak, Libya ve Suriye'deki tüm denklemler de, Türkiye'mizin son 3 yılındaki her gün de sadece şunu gösteriyor;

İhvan – Milli Görüş – Ümmet – Yerlilik – Demokrasi – Özgüven – Kimlik .. gibi kurucu unsurlara sahip hiçbir harekete (ülkeye ve bölgeye faturası ne olursa olsun) nefes aldırılmayacak.

O sebeple ve binlerce başka sebeple, 8 Haziran'dan bugüne dek hiç durmadan aralıksız yol alan 'özeleştiri imitasyonlarının' dişleriyle parçaladıkları, yordukları, yıprattıkları“büyük organizmayı, büyük ideali” koruyalım, çevreleyelim, kenetlenelim.

Onlar kin tutsun. “Bizim mahalle” esnafı hesap tutsun.

Biz saf tutalım. Saf tutmaya davet edelim

Ve son bir şey daha, Tanpınar'dan;

“Ben içinde yoğrulduğumuz tekneden işe başlamak istiyorum. Ben Türkiye'yim. Türkiye, benim adesem, ölçüm ve realitemdir. Kainata, insana, her şeye, oradan, onun arasından bakmak isterim”
#KCK
#Beyaz Toroslar
#PKK
#İHVAN
#Milli Görüş
9 yıl önce
“Bin demir kapıyla hesaplaşmaktan…”
Tevradî bir mitin Kur’anî bir kıssa ile tashihi
i-Nesli anlaşılmadan siyaset de olmaz, eğitim de…
İç talebe ilişkin öncü göstergeler ilave parasal sıkılaştırmaya işaret ediyor!
Enerjide bağımsız olmak
Târihin doğru yerinde durmak