|
İstanbul: Fetih, işgal ve ötesi

Birkaç yıl önce Cihangir taksi durağının önünde kafası bir buçuk trilyonken arabamızın üzerine düşen şu yönetmen bozuntusu yazınca ve dahi o yönetmen bozuntusunun müptezel yorumları sosyal medyada epey konuşulunca bana da bu satırları yazmak düştü.



Önce hatırlayalım şu yönetmenin ne yazdığını: 'İki dandik takayı Haliç'in uysal sularından geçirip, topu topu Avcılar kadar bir üvey kasabayı gasp etmeyi fetih diye kutlayan aptal; elbette bilmezsin, senin Ecdad-ı Osman'ın yalvararak haçlıya teslim ettiği İstanbul'u, Mustafa Kemal'in ölümüne bir kavgayla kurtardığını.'



Ezik bir anakronizmin pençesinde yazılmış, yazarken üzerinde hiç düşünülmemiş, sadece milyona yakın insanın İstanbul'un fethini yad etmesinden dolayı öfkeli bir müptezellikle karşı karşıyayız. Fakat hepsi bu değil.



1402 yılından 1413'e değin 'devlete baş arayan' ve 'artık devlet Ali Osman'ın elinden gitti' denilen Osmanlı, aradan 40 yıl gibi kısa bir zaman geçtikten sonra İstanbul'u fethetmiştir malum. Bağımlı bağımsız, taraflı tarafsız her çap ve ebattan tarihçi, Osmanlı'nın İstanbul'u fethetmesinin 'tarihin kırılma anlarından biri' olduğunda hemfikirdir. Üstelik, gemilerin karadan yürütülerek Haliç'e indirilmesi ve Fatih'in Macar Urban Ustaya döktürdüğü 'şahî toplar' da dönemin en parlak 'askeri uygulamaları' olarak geçmiştir kayıtlara.



Dahası İstanbul 'Avcılar kadar üvey bir kasaba' olsa, fethi Ortaçağ'ı kapatıp Yeniçağ'ı açan bir 'istinat noktası' olarak geçmez tarihe değil mi?



Peki bu müptezel bunları bilmez mi? Bilir elbette. Fakat belki de asıl içine sindiremeyip tahfif ettiği mesele İstanbul'un Hıristiyan dünyadan Müslüman dünyaya geçmesidir. Şehrin el değiştirmesinin yönü ile ilgili bir sıkıntısı vardır belki de.



Aslında belki de değil, tam olarak öyle sanki. Zira misalen bunun yaptığı bir Osmanlı tarihi filminde canımız ciğerimiz Lagarî ile Hazerfen Ahmed Çelebi 'seküler iki serseri' gibi anlatılmıştı da hayretten küçük dilimizi yutacak gibi olmuştuk. Dindarlıkları ile tebarüz etmiş, İslam alimlerinin ürettiği cümle ilmi çalışmayı sular seller gibi yutarak uçmayı ve roket teknolojisini bulmuş iki Müslüman bilim adamını kelimenin en hafif tabiriyle 'çarpıtmış' idi. Belli ki beyefendinin içinde 'İslam, din, dindarlık' geçen her şeye karşı köklü bir alerjisi vardı.



Gelelim İstanbul'un işgali meselesine ve Ecdad-ı Osman'ın tavrı ile Mustafa Kemal'e.



Osmanlı ailesinin tek bir ferdinin İstanbul işgaline bila kayd-u şart razı geldiğine dair elimizde tek bir belge, tek bir bilgi, tek bir hatıra var mı? Yok. Peki. 'Bir Osmanlı subayı' olarak Mustafa Kemal'i Anadolu'ya geçmekle görevlendiren kim? Osmanlı sultanı Vahideddin. Peki.



Sivas, Erzurum, Amasya gibi kongre ve buluşmalarda Mustafa Kemal ve arkadaşları en çok kimlerle muhatap, kimlerle iş tutuyorlar? Anadolu'nun dindar memurin, esnaf, ilmiye ve meşayih sınıfı ile. Yani askerlerin bir 'milli direniş' organize etmek için temasta olduğu toplum kesimleri dindarlıkları ile tebarüz etmiş kesimler. Peki.



Anadolu'yu karış karış dolaşıp camilerde halkı 'Kuvva' adına cesaretlendiren, onları 'gavura kılıç çekmeye' davet eden kim? Sonradan İstiklal Marşımızı da yazacak olan, 'Osmanlı topraklarına İslamcılığı o getirdi' diyebileceğimiz Mehmet Akif. Peki.



Karakol, MİM gibi direniş teşkilatları İstanbul'da ele geçirdikleri silahları nereden sevk ediyorlar Anadolu'ya? Başında şeyhi olan, taşımayı müridanın yaptığı Özbekler Tekkesi'nden. Peki.



Birinci mecliste adının başında 'şeyh', sonunda 'hoca' olan kaç vekil var? Saymakla bitmez. Peki.



Bu müptezel, bütün bunları bilmez mi? Bilir elbette. Ama dedik a anakronizmin pençesinde. Dedik a bütün tarihi 1923'ten başlatan bir ilkel. Dedik a Anadolu'yu Mustafa Kemal'in önderliğinde 'dürüst ve İslam' Anadolu halkının değil de Cumhuriyet balosuna giden zevatın kurtardığını zannediyor.



Birisi şu alerjik arkadaşa bir zahmet söyleyiversin. Geçenlerde bir kez daha gündem oldu. İsmet Paşa'nın Karabekir Paşa'ya 'paşam, bu iş bitti. Eldeki paramızla birer çiftlik alıp köşemize çekilelim' dediği günlerde Mustafa Kemal Vahideddin'e 'nokta-ı nazarınızı anladım efendim. Söz konusu memleketin ikbalidir' diyerek Samsun'a doğru yola çıkıyordu.



Efendi efendi. Sonradan inşa ettiğiniz tarih size hangi masalları nasıl anlattı bilemem. Lakin, İstanbul'u fetheden ruh ile onu haçlıların tasallutundan kurtaran ruh arasında milim fark yoktur. Siz bakmayınız 23 sonrası olanlara. Onun adına 'siyaset' derler. İş işgale gelince ağababaların çiftlik almayı düşünür, Akif'ler cepheye koşar efendi. Bu böyledir.



Ne diyordu Von Sanders: 'Öyle alkol kafası falan da değildi yeğenim. Arabanın üzerine bir düşüşü, kaldırıma bir kusuşu, etrafa camız gibi bir bakışı vardı ki olursa o kadar olsun.'


#Fetih
#Anakronizm
#Ecdad-ı Osman
8 yıl önce
İstanbul: Fetih, işgal ve ötesi
Tevradî bir mitin Kur’anî bir kıssa ile tashihi
i-Nesli anlaşılmadan siyaset de olmaz, eğitim de…
İç talebe ilişkin öncü göstergeler ilave parasal sıkılaştırmaya işaret ediyor!
Enerjide bağımsız olmak
Târihin doğru yerinde durmak