|
Kanepe

Henüz 'sigortalı bir işe girmeden âşık olunmuyor' dizesini bilmiyordum. Zaten henüz yazılmamıştı da. Hem gençtim oldukça. Yine de alınması gereken çamaşır makineleri, perdeler, fırınlar, mutfak eşyaları vardı. Ve yine işsizdim.



İş meselesi şöyle: Derginin genel yayın yönetmeni olan ağabeyimizi işten çıkardıklarında patronlar bana geldi ve dedi ki 'biz derginin başına seni düşündük.' Güzel teklifti aslında. Hem maaşım artacak hem 23 yaşında bir velet olarak haftalık bir derginin genel yayın yönetmeni olacaktım. Ne ki gençtim ve ağabeyime yapılan haksızlığı kabul edemezdim. 'Bana da müsaade' dedim ceketimi alarak.



Üstelik işten çıkarken koltuğumun altına aldığım ceket, sahip olduğum tek ceketti.



Birkaç ay serserilik ettim yine. Fakat yaklaşıyordu yaklaşmakta olan. Halılar, koltuk takımları, sandalyeler, davlumbazlar beni çağırıyordu.



Nereden gördümse afili bir iş ilanı gördüm. Büyük bir kitapçı zinciri, kitaptan anlayan, genç, iletişim kabiliyeti güçlü satış temsilcileri arıyordu. Eh, koskoca zincir mağaza… Dümdüz şekilde 'asgari ücretle köle gibi çalıştıracağımız tezgâhtar arıyoruz' diye ilan verecek halleri yok ya.



Birkaç vasıta değiştirerek, birkaç kitap karıştırarak ulaştım Üsküdar'dan Beylikdüzü'ne. Kocaman bina. Güvenliği müvenliği var. Bizim derginin İskenderpaşa'daki bodrum katına hiç benzemiyor. Girdim dev aynasına benzeyen kapıdan.



Ver kimliği, kime gelmiştiniz, Berrak Hanım'a, bu yeşil kareli gömlekle bu hafif kirli sakal bu binaya çok uygun değil galiba, üstelik sigara da kokuyorumdur keşke parfüm alaydım bir yerden, Berrak Hanım'a, iş görüşmesi için evet, dördüncü kat anladım, bu kartla hı hı.



Ben kitaptan anlıyorum. Orada sorun yok. Sorun olan kısmı, karşımda oturan Berrak Hanım'ın kitaptan anlamıyor olması. Herhangi bir kitabı başından sonuna dek 'okur merakı' ile okuyup bitirdiğinden emin değilim. Form var önünde. Soruyor, yazıyor.



Beş yıl sonra kendimi edebiyat dergileri toplantılarında, sahaflarda, pijamalarımı çekmiş halde taksitlerini yeni bitirdiğim kanepede uzanırken, çekirdek çitlerken, bebek severken, halı sahada kalecilik yaparken, olmadık şutları çıkarırken, umulmadık goller peşindeyken, parlak imgeler peşinde depar atarken…



Anladım. Beş yıl sonra kendimi kanepede uyuklarken değil de Aydın Doğan'ın koltuğunda görüyor olsaydım sorun yoktu yani.



Anladım. Asıl olan kitap okuruyla kurduğunuz sahici iletişim. Tabii ki. Herkesi Refik Halit'e, İsmet Özel'e, Turgut Uyar'a, Kurt Vonnegut'a yönlendirme konusunda elimden geleni… Hımm. Çok satanlara yönlendirmek satış stratejisi açısından… Tabii, makul.



Anladım. Tabii ilahiyat okuyorum ama yani bu da sonuçta devletimizin kurduğu bir okul. Namazlarımı kılıyorum ama mesaime yansımaz. Hayır. Sakallarımın dini gerekçesi yok. Dualatmadım. Sizin kahve ritüelinize benziyor aslında namaz kılma işi. Hani siz kahve içmeden ayılamıyorsunuz ya, aynı şey aşağı yukarı Berrak Hanım.



Kabul. Kahve benzetmesi biraz yersiz oldu.



Fakat zaten mükemmel bir benzetme bulmuş olsaydım bile sen beni işe almayacaktın Berrak. Fark ettiysen hitabım ikinci tekil şahsa dönüştü. Kimi kandırıyorsun? 'Sahici iletişim geliştirme konusunda yetersiz' notu düşeceksin işte forma. 'Devletin bu konudaki hassasiyeti' notu düşeceksin belki de. Hem zaten ben bütün kitaplarımı sahaflardan alırım Berrak. O süslü mağazalarınızdan içeriye adım atmışlığım yok henüz. Ama işte gardırop almam gerekiyor. Bir vestiyer de fena olmaz. Anlıyorsun değil mi beni? Elbette anlamıyorsun Berrak. Halden anlasan seni bu masaya oturturlar mı, değil mi ya?



Ver kimliği, al kartı, o zaman hadi Allah'a emanet.



'Seni dediler' Üsküdar'a döndüğümde, 'birlikte dergide çalışmışsınız, bir abi aradı.' Çevirdim numarayı.



Efendim Mustafa abi, iyiyim hamdolsun, Kanal 7'de mi yani, reklam metni yazmadım ama şiir yazıyorum, biliyorsun bence şiir yazan her şeyi yazar, tabii abi gelirim yarın, neticede bulaşık makinesi meselesi abi, mecburum yani, eyvallah.



Telefonu kapatınca Berrak da siliniverdi böylece zihnimden. Ta ki düne kadar... Dün nedense 'demek ilahiyat fakültesinde okuyorsun' deyişindeki o kibirli küstahlığı geldi aklıma. Bir cesaret bana önündeki formdan bulup 'Albert Camus kimdir, biliyor musun?' diye soruşundaki amatörlüğü sökün etti zihnime. 'O da benim gibi kaleci' diye cevap verdim, 'ona da top hep beklemediği köşelerden gelmiş. O da buzdolabı almak için kampanya kovalamış Berrak.'

#Asgari Ücret
#Üsküdar
#Ritüel
7 yıl önce
Kanepe
Toplumu güçlendirmek lazım
Nihat Ergün uyuyor mu?
Mülâhaza etmek
Siyasetçileri bürokratlara kurban etmek
Musallada bir sosyolog daha… Vehbi Başer’in ardından