|
Öyle bir beklemek ki, çok ölmek
Yurdun telefon santraline bakan adam neredeyse çıldırmış durumda. Onu, telefonun diğer ucundaki adam olarak ben çıldırttım. 'Yahu be delikanlı. Jetonlarına yazık. Yok işte yurtta. Varsa da telefonuna bakmıyor. 4 gündür delirttin beni' diyor.

4 gündür böyle. Şimdi nedenini bile unuttuğum bir kavga çıkmış aramızda. Fakat bu seferki bir iki günde toparladığımız o çekişmelerden biri değil. İyice gerilmiş durumda her şey. Durum bu kez cidden kritik…

Perşembe akşamı yine koca şehirlerarası jetonu atıyorum hazneye. Yine arıyorum. Yine gelmiyor telefona. Yine azar yiyorum adamdan.

Sonra Üsküdar sokakları, sonra Kızkulesi, sonra çaylar, sigaralar, sonra İsmet Özel ve Turgut Uyar şiirleri… Hiç biri kesmiyor içimde devasa bir azgınlıkla büyüyen boşluk duygusunu. 'Geçmiyor gülmekle hüznüm, belki ağlarsam geçer' diyerek Kızkulesi'ne doğru dalgın bakışlardayım. Geceden sabaha yürüyor, oturuyor, sabahçı kahvesinde çay içiyor, şiir okuyorum. I-ıh. Geçmiyor.

Sabah namazını Mihrimah'ta kılıyorum. Duamın neyle alakalı olduğunu tahmin etmek güç değil elbet.

Hava aydınlanıyor. Bir ince yürüyüş tutturup Bağlarbaşı'na çıkıyorum. Yolun karşısına, otobüs yazıhanesini tam gören bir banka oturuyorum. Biliyorum. Bugün gelecek ve burada inecek otobüsten.

Saatler saatlere ekleniyor. Sigaralar sigaralara, çaylar çaylara… Saat onu gösteriyor. İlk iki otobüsten inmedi. 'Normal' diyerek ikna ediyorum kendimi. 'Belki derslere girip çıkacaktır yola. Normal.'

İki otobüs daha geliyor sonra. Onlarda da yok. 'Ya dün akşam binip geldiyse' sorusu gelip yerleşiyor göğsüme. Göğsüm daraldıkça sanki Yeni Harman o darlığı alırmış gibi yükleniyorum. Almıyor. Sala okunuyor. Cuma namazı yaklaşıyor. Yazıhaneye gidiyorum: 'Abi be. Cuma saati gelecek otobüs var mı?'

Yokmuş. Koşa koşa gidip koşa koşa geliyorum namazdan. Uykusuzluk, yorgunluk, bitkinlik… Banka vuran güneş… Şimdiki mevzumun adı 'uyumamak.' Çünkü uyursam onu bir daha göremem. Onu bir daha göremezsem bu uykudan uyanamam.

Kağıt kalem çıkarıp şiir yazmaya başlıyorum. O bitkinlikten şiir çıkmıyor. Şiir bitkinlik değil zindelik, karışıklık değil sükûnet istiyor zira. Kötü, kopuk, anlamsız dizeler yazıyorum: 'ben uykunun kız kardeşiyim / ve geliyorum uzun, yaslı geçmişten / meydanlarda durmadan bir yaşamak bahsi / bildiniz: ben kuytularda ölüyorum'

Otobüsler otobüslere ekleniyor. Her otobüs geldiğinde seğirtiyorum. Sefere çıkmış bir Yeniçeri gibiyim. 'Belki fetih bu huruçta mukadderdir' diyerek saldırıyorum otobüse. Son yolcu da inene, otobüs bütün yolcularını indirip de gidene kadar bekliyorum. Zafer müyesser olmayınca mağlup bir asker gibi kendi küçük otağıma, yenilgiler evime, hüzünler kulübeme, bankıma dönüyorum. Bitkinlik yerini halsizliğe bırakıyor. Halsizlik mecalsizliğe dönüşüyor. Kafamla ayaklarım arasında bir daha yerine gelmeyecekmiş gibi düşündüğüm bir kopukluk…

Otobüsler geliyor, otobüsler gidiyor. Saat üç, saat dört, saat beş, saat altı, saat kırk iki…

Saat kaç bilmiyorum. Yazıhaneye tekrar gidiyorum: 'Abi be. Kaç otobüs daha kaldı gelecek?'

Kırk beş dakika sonra gelecek otobüs sonmuş. Elimde kırk beş umut dakikası var demek ki. Gelecek çünkü. Gelmeli çünkü. Gelmezse oracıkta, Ermeni mezarlığının tam karşısında öleceğim çünkü. Öyle çok bekledim ki, beklemenin kendisi beni öldürecek. Bundan eminim. Artık mesele benimle onun arasında değilmiş gibi geliyor. Zihnim bulanıyor. Mesele benimle beklemek arasında…

Ben sonsuza kadar burada bekleyeceğim ve 'beklemek' hiç geçmeyecek.

Bir sigara daha. Birkaç dize daha. Birkaç ölüm girişimi daha…

Kırk beş dakika doluyor. Otobüs geliyor. Kalan son gücümle yolun karşısına geçip, o yenilmeye alışkın Yeniçeri bakışlarımla tek tek inenleri süzüyorum. Gelen yok. Yolcular tükeniyor. Mecal tükeniyor. Kalp tükeniyor.

Son bir umut… Kapı kapanacak ve otobüs gidecek olursa oracığa yığılacağım. Beklemek öldürecek beni. Son nefesimi işte şuracıkta, bu kaldırımda vereceğim. 'Burada kendisine zafer müyesser olmamış isimsiz bir Yeniçeri yatmaktadır' yazacak mezar taşımda.

Ölmeme gönlü razı olmuyor. İniyor otobüsten. Bana, yüzüme bakıyor. Tek kelime etmeden önümden geçip yürümeye devam ediyor. Yetişip, elini tutuyorum usulca… Çekmiyor. Eli elimde, konuşmadan yürümeye devam ediyoruz. Şu kırık dökük hayatta bu kırık dökük hikâyenin devam etmesi gerekiyor çünkü. Yaşamanın başkaca bir yolu yok.
#İsmet Özel
#Turgut Uyar
#otobüs
8 yıl önce
Öyle bir beklemek ki, çok ölmek
Cumhuriyet seni zengin etmiyorsa, kendisi fakirdir
Saladan korkmak
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar