|
Sayık

Bir şey oldu. O küflü, nemli duvarda adını bilmediğim, daha önce hiç görmediğim bir sürüngen yürümeye başladı. Yeşilden sarıya çeşitli renkleri olan, gövdesi kadar dilli, her ikisinin toplamı kadar kuyruklu bir hayvan. Sonra iki oldu sayıları. Ardından üç, dört, beş, altı… Her göz kırpışımda artmaya başladılar. Duvardalar. Başka hiçbir yere hareket etmiyorlar. Üzerime gelmiyorlar. O zaman anladım. Ben 6 yaşındayken olan, yine oluyor işte. Ateş yüzünden olmayan şeyler görmemi sağlıyor zihnim. Üstelik yanımda, koynuna saklanabileceğim babaannem de yok. O olsa sirkeli bez yapardı, Felak-Nas okurdu, 'geçecek' derdi. O 'geçecek' dedi mi geçerdi. Bir o, bir de annem 'geçecek' dedi mi geçerdi her şey. Fakat bu küflü, nemli duvarlı küçük otel odasında yapayalnızım. Bu tedirgin düşten uyandığımda kendimi devcileyin bir böceğe dönüşmüş olarak bulmaktan korkacak kadar yalnızım. Üstelik o tuhaf ülkede Kafka'nın Yahudiliği ne denli büyük bir problemse, bu tuhaf ülkede benim Müslümanlığım da o derece büyük bir problem. Aman, ne diyorum ben yahu? Ateşim var. Ne dediğimi biliyor muyum? En iyisi kendimden geçeyim ben.



'Kendinden geçmez' insan aslında. Kendinden vazgeçmez. Müntehirler için bile bu böyledir. Kendinden vazgeçemediği için intihar edermiş insan, vazgeçebildiği için değil. 'Bunun iki istisnası var' demişti Ömer abi bir vakitler: Yani 'kurşunu ona değil bana sıkın' diyerek öne atılmanın iki istisnası var. Ya -her türden- çok büyük bir aşk olacak arada, ya da kurşunun doğrultulduğu kişi evladın olacak.



Kendimden geçmişim.



Uyandığımda hala geceydi. 'Ne uzun bir gece yaratmışsın Allah'ım' dedim terimi yoklayarak. Daha doğrusu, terin yok etmek üzere olduğu bedenimi yoklayarak. 'İnsan ateşe karşı dayanıklı değil işte İsmail' dedim kendi kendime. Ardından güldüm. Bu sahneyi STV'nin o salak dizilerinden birinde 'cehennem aforizması' olarak görsem gülerdim zira. 'Cehennemi sadece ateş olarak hayal ettiğimiz için böyle değil miyiz zaten' diye bile düşünecek denli çalışıyordu zihnim. Ateşe rağmen. Ateş. Ter. Su.



Tabii ki soğuktu. Bu tuhaf ülkenin bu küflü, nemli duvarlı küçük otel odasında sıcak suyu nereden bulacaksın ki? Ayrıca sıcak su olsa bile 'ılık' bir duş almak iyi gelecekti bana. Ilık ama. Buz gibi değil. En iyisi yeniden kendimden geçeyim ben.



'Kendinden geçmez' insan aslında. Bunu söylediğimin farkındayım sevgili okur. Ama ateşli hastayım, unuttun mu? O yüzden idare et bir zahmet.



Kendimden geçmişim tekrar.



Uyandığımda, sırtımda bir kabuk olup olmadığını yoklayacak kadar iyileşmiştim. 'Yaşayacak mıyım doktor?' sorusunu soracak kadar ya da. Sanırım bir müddet daha yaşayacaktım.



Sürünerek indim kahvaltı salonuna. Belgesel çekimi için şehre birlikte geldiğimiz arkadaşlarım beni görür görmez 'hastaneye' dediler. O kadar belli oluyor muydu hasta olduğum?



Hemşire İngilizce bilmiyor. Doktor da. Kimse İngilizce bilmiyor. Hem zaten niçin İngilizce bilen birine ihtiyacımız olsun ki? Yüksek sesle 'Türkçe konuşan biri yok mu ulan?' dedim her zaman yaptığım gibi. İlerden bir kadın sesi cevap verdi: 'Evet. Biliyor ben biraz.'



Derdimi doktora anlattı sağolsun. Doktor da çeşitli ilaçlar yazdı. 'Abla, Türkçen iyi maşallah. Nerede öğrendin?' diye sordum. 'İstanbul'da. Aksaray'da kaldı ben bir yıl. Sonra döndüm oraya' dedi.



'Oraya değil 'buraya' diyeceksin abla' demedim tabii. Hem dil hafiyeliği yapılacak zaman değildi hem de 'Aksaray'da kaldı ben' diyen birine daha fazla zulmetmenin bir anlamı yoktu.



Öğleden sonra o küflü, nemli duvarlı, küçük otel odasının televizyonunda Deli Yürek'in Sırpça dublajlı versiyonunu seyrederken kızım geldi aklıma. 2 yaşındaydı o vakitler. Her yurtdışı yolculuğumda olduğu gibi bir sürü oyuncak, bir sürü kıyafet almak istiyordum ona.



Perdeleri açtım. Kar başlamıştı. Usul usul demini alıyordu şehir. Üstelik bir böceğe de dönüşmemiştim işte. Bir de demleme çay olaydı iyiydi. İnce belli bardak da varsın olmasın yahu.


#Sayık
#Kafka
8 yıl önce
Sayık
“İslam Medeniyeti”nin Ramazan özel sayısı
Evvelbahar
Siz hiç “ayben”e para gönderdiniz mi?
Irak: Kurtların sessizliği…
Direniş meşrudur, tükür kardeşim