|
Sus, benim gibi düşün ve itaat et!

Bedir Savaşı. Bir avuç Müslüman"ın var kalmaya devam edip etmeyeceğini belirleyecek savaş. 300 kişilik bir ordunun, 1.000 kişilik bir orduya karşı vereceği destansı mücadele.

Bedir Savaşı"nın sabahında, Efendimiz(sav)"in amcası Hz. Hamza, çadıra doğru yönelip yeğenine soruyor: "Şu askerleri şuraya sen mi yerleştirdin?" Efendimiz(sav) "evet" diyor. Hz. Hamza, tekrar soruyor: "Peki bu sana ayetle mi bildirildi, yoksa kendi kararın mı?" Efendimiz(sav) tekrar cevap veriyor: "Kendi kararım." Hz. Hamza, "o halde yanlış karar vermişsin, askerlerin şurada olması gerekiyor." Efendimiz(sav) duraksamadan şöyle cevap veriyor: "Sen savaştan daha iyi anlarsın. Nasıl uygunsa öyle yerleştir."

Uhud Savaşı öncesi. Efendimiz(sav), yaklaşan Mekke ordusuna karşı, Medine"de kalıp şehir savunması yapmaktan yana. Sahabeleriyle istişare yapıyor. İstişareden "şehir dışında meydan savaşı yapma" kararı çıkıyor. Efendimiz(sav), bu karara uyuyor.

Üstelik her iki örnek de "Allah"a ve Resulüne itaat edin" ilkesi ortadayken yaşanıyor.

Gözlerimi kapatıp bir an düşünüyorum. Türkiye"de bir hocaya, bir şeyh efendiye, bir kanaat önderine "yanlış karar vermişsin" diyebilecek cesareti gösterecek adamın başına neler gelir?

Sırasıyla şunlar gelir herhalde. Önce cemaatten kovulup itibarsızlaştırılır. Ardından "hain, münkir, münafık" ilan edilir. Sonra da ademiyete mahkum edilir.

Burası çok tehlikeli, ben en iyisi yan yoldan devam edeyim.

Dostlarla zaman zaman gerçekleştirdiğimiz uzun Çengelköy oturumlarında laf hep döner dolaşır ve "modern dünya insandan inancını çalıyor, inanma ihtiyacını değil" cümlesine dayanır.

Osman Konuk"un muhteşem "Penye ve Hakikat" şiiri, bana kalırsa, tam da bunu anlatır: "iyiydik, penyelere inanıyorduk / doğum günü şarkılarına, pastalara ve mumu üfleyen kişiye / iyi ki doğmuş olmanın neşeli gerekliliğine"

Bence mesela sadece doğum günü kutlamaları değil, Mustafa Kemal metafiziğinden Justin Bieber fanlığına, "sıfır beden" takıntısından Karatay diyetine değin pek çok "modern şey", tam da bu bitmek tükenmek bilmeyen inanma arzusundan kaynaklanır.

İnanma arzusunun giderilmesi ihtiyacı beraberinde standart sapmaları getirir. Odanızı Justin posterleriyle donatır, sıfır beden olabilmek için kendinizi kusturursunuz. Tuttuğunuz takım için adam bıçaklar, üyesi olduğunuz topluluğun yüksek menfaatleri için iftira edip yalan söylemekten kaçınmazsınız.

Burası da tehlikeli olmaya başladı, en iyisi patikadan ilerlemek.

"Kurtulmuşluk psikolojisi", yani "mehdiyet inanışı" şahane bir konfor alanı açar modern bireyin önüne. Mehdi, Mesih, kurtulmuş fırka, kıyamet beklentisi, scientology... Adı ya da aldığı form ne olursa olsun "kurtulmuşluk hissi", bir diğerine tüm haksızlığı boca edebilecek duruma getirir insanları.

Şurası önemli. Aslında kötü olan Mehdi ya da Mesih beklemek değildir. Mehdi ya da Mesih"in geldiğine ve onun bağlısı olduğuna inanmanızdır. Yani "itaat ettiğiniz insan tekinin" sizi kesin olarak kurtuluşa ulaştıracağına dair geliştirdiğiniz "kesin inançtır." Sizi kurtuluşa erdireceğine inandığınız adamın isminin illa "Mehdi" ya da "Mesih" olmasına gerek yoktur. Ahmet, Mehmet, Adnan, Haydar falan olabilir pekala.

"Kesin inanç", insandan önce bağımsız karar geliştirme mekanizmasını, ardından adalet duygusunu, sonunda da merhamet hissini alır. Adalet ve merhamet hissi olmayan insandan değil bir başkasına, çoluğuna çocuğuna bile fayda gelmez.

"Kesin inancın" bence en kötü yanı insanın iradesini yok etmesidir. Birileri senin yerine düşünür ve karar verir, sen de bir robot olarak uygularsın alınan kararları. Kabustur...

İnsan, iradesini kullanmayarak değil, kullanarak "irşad olur", yani olgunlaşır. İradesini kullanamayan çocuk ve akıl hastası gibi grupların "cezadan sorumlu tutulmamasının" hikmetini burada aramak gerekir. Ve hayır, mürşid-i kamil diye, "insanın iradesini kullanarak doğruyu yanlıştan ayırma bilgisini geliştirmesine yardım eden" adama derler, robot üreticisine değil.

Ne diyordu Bediüzzaman Hazretleri: İrâde-i cüz"iye-i insaniye ve cüz-i ihtiyâriyesi, çendan zayıftır, bir emr-i itibârîdir; fakat Cenâb-ı Hak ve Hakîm-i Mutlak, o zayıf, cüzî irâdeyi, irâde-i külliyesinin taallûkuna bir şart-ı âdi yapmıştır. Yani, mânen der: "Ey abdim, ihtiyârınla hangi yolu istersen, seni o yolda götürürüm. Öyle ise mesuliyet sana âittir."

10 yıl önce
Sus, benim gibi düşün ve itaat et!
Nasip
CHP nereye gidiyor
Efendimiz’in (sav) Zekatı-1
Milyonlar milyarlar havada uçuşuyor
Sandık başına giderken…