|
Bu vatan kimin?

Bu yazıyı Türkiye’den binlerce kilometre uzakta bir ülkeden yazıyorum. Aslında bu hafta terör, yıkım ve inşa konusunu ele alacaktım. Fakat her yurt dışına çıktığımda olduğu gibi, karşılaştığım Türkiye ilgisi ve sevgisi, dışarıdan Türkiye’ye bakan insanların teveccühü ile içeride Türkiye’yi karalamaya çalışanlar arasındaki tezadı bir kez daha görünce yazımın konusunu değiştirip, “Bu vatan kimin?” sorusuna cevap aramaya çalıştım.

Okul kitaplarında okuduğumuz bir şiirde sorulan bu sorunun cevabı, her vatandaşın zihninde birkaç kelimeyle de olsa mevcuttur. Bu vatan toprağın…

İmparatorluklar çağı bittiğinde, Osmanlı İmparatorluğu sona ermiş oldu. Ulus devletler çağında olduğumuz için ise Cumhuriyet kuruldu. Dünyanın en büyük imparatorluğunun bakiyesi olan bir devletin muz cumhuriyeti olmayacağı konusunda herkes hemfikirdir.

Fakat Tek Parti yöneticileri, Cumhuriyet ilan etmeyi ve bir sistem değiştirmeyi sürekli milletin başına kakarak, kâinata yeni bir icat getirmiş gibi davrandılar ve ellerindeki devlet erkini, adeta toplumun bütün kesimlerine travma yaşatmak için kullandılar.

Tek Parti uygulamaları toplum-devlet ilişkilerinde derin travmalar oluşturmuş ve bu travmalar daha çok CHP dışındaki partiler tarafından onarılmıştır. Bütün bu tartışmalar Cumhuriyet’in demokratikleşme sorunu ile karşı karşıya olduğunu göstermiştir.

Aslında 1940’lar Türkiye’sinde Stalin yönetimine benzer, baskıcı bir yönetim şekli uygulaması denenmişti. Ama bu Stalinvari devlet modeli Türk halkının çok da hoşuna giden bir durum değildi. Çok partili hayata geçildiğinde, serbest ilk seçimde millet İnönü yönetimini terk ederek, daha demokratik, daha özgürlükçü, yatırımı ve kalkınmayı önceleyen ve milletin taleplerini dikkate alan Demokrat Parti yönetimine geçmekte hiç tereddüt etmemişti.

Demokrat Parti döneminde Türkiye’de altyapı faaliyetleri hızlandı, şehirler, kasabalar, köyler yollarla birbirine bağlandı. Sanayide ve ekonomide önemli gelişmeler oldu. Böylece Anadolu insanı köyünden, kasabasından büyük kentlere göç etmeye başladı. Bu göç, zamanla kentlerde siyasetin Anadolu lehine yeniden şekillenmesine yaradı.

Kemalistler daha çok devlet ve toplum arasında travma etkisi oluştururken, Cumhuriyet’i demokratikleştirenler muhafazakâr milliyetçiler ve dindarlar oldu. Burada Adnan Menderes’in, Turgut Özal’ın Necmettin Erbakan’ın ve Tayyip Erdoğan’ın yaptıklarını hatırlamalıyız.

Türkiye’de devlet Tek Parti zihniyetinden uzaklaşıp demokratikleştikçe, kendilerini Cumhuriyet’in kurucu unsuru sayan Kemalistler, laikler ve beyaz Türkler, gitgide Türkiye Cumhuriyeti devletine yabancılaşmaya başladılar.

Aslında düzenin kurucuları, çok partili hayata geçişi ve demokratikleşme sürecini çok sorun etmemişlerdi, çünkü bürokrasi vasıtasıyla devleti ellerinde tutacaklarını düşünüyorlardı. Dünya siyasetinde ABD’nin hükümran hale gelmesiyle birlikte, 1960 ihtilâli, bir yönüyle Türkiye’deki Kemalist elitlerin özlediği ve hayal ettiği devlet şeklini tekrar teşekkül ettirdi.

***

Türkiye’de düzene yabancılaşan önemli bir kesim de Türk solu oldu. Marjinal solcular kadar belirgin olmasa da Türk solcuları, günbegün gelişen demokratik düzene yabancılaştılar. Tek Parti yöneticileri, sanatçılar, üniversitelerdeki akademik kadrolar, bugünkü gibi bir Türkiye hayal etmemişlerdi. Onların hayali, bilmedikleri, anlamadıkları, içeriğine dair hiçbir fikir sahibi olmadıkları, modern ve uzayda yaşayan bir devlet kurmaktı.

Onlar için temel bir sorun daha vardı ki, Cumhuriyet’in demokratikleşmesinin çevreden gelenler eliyle geliştirilmiş olmasıydı.

***

Her ne kadar Cumhuriyet Halk Partililer, Türkiye’de iktidara gelen bütün siyasi partileri sistem dışı saymış olsalar da, muhafazakârların iktidarda uzun süre kalmaları nedeniyle sistem dışına savrulmakla yüz yüze kalmışlardır. CHP’nin içinde düştüğü bu durum, en çok Atatürkçü ve milliyetçi tabanı endişelendirmektedir.

Kendisini demokratik sistem içerisinde ifade edemeyen marjinal gruplar ya radikalleşirler ya da uluslararası sistemden destek almaya çalışırlar. Kaderin cilvesine bakın ki bugün hem radikalleşen hem de yurt dışında destek arayanlar, dün kendilerini sistemin kurucusu, rejimin sahibi, demokrasinin ve laikliğin yılmaz savunucusu olarak gören beyaz elitler, Kemalistler ve solcular oldu.

Kurucu elitler, ülkemiz FETÖ veya PKK gibi bir sorunla karşı karşıya kaldığı zaman, neredeyse terör örgütlerinin demeçlerine yakın demeçler verebilmektedirler. Bu da “Bu vatan kimin?” sorusunu aklımıza getirmektedir. Çevreden gelen, bir zamanlar sistemden dışlanmış olan dindar, muhafazakâr ve milliyetçilerin bu vatana sahip çıkışları giderek vatanperver ve milli bir çerçeveye otururken, rejimin bir dönemki sahipleri, Cumhuriyet’in kurucu elitleri, yavaş yavaş merkezden dışarı savrulmakta ve “Bu vatan kimin?” sorusuna verdikleri cevap karmaşık hale gelmektedir.

#CHP
#Demokrat Parti
#Kemalizm
#FETÖ
#PKK
1 yıl önce
Bu vatan kimin?
İkiyüzlü dünyanın 200 günü
Garson nereye baksın?
İnsafsız takas!
Erdoğan’ı/AK Parti’yi Kürtsüz bırakma operasyonu…
Riyakâr Bey ile ‘Yamyam’ Biraderler