Güneş yeni doğmuştu. Bedenleri zayıflıktan dal gibi kalmış, on beş adam, sahilde bir ağı denizden yavaş yavaş çekiyordu. Hint okyanusu muson yağmurlarıyla ısınmış, büyük dalgalar halinde Negombo sahilini tatlı sert dövüyordu.
On beş adam ahenkli vücut hareketiyle, o günkü nasiplerinin dolu olduğu büyük ağı, bu dalgaların arasından kıyıya çekiyordu. Balıkçı tekneleri yoktu, elleriyle yapıyorlardı bu işi. Zayıftılar. Dişleri dökülmüştü bazılarının. Fakirlik, kıyafetlerinden ve yüzlerindeki derin çizgilerden belliydi.
Sonunda ağı çektiler tamamen. Balıkların yakalandığı ağın dip kısmını görmek için toplaştılar hemen. Deniz bu sabah cömert değildi. On beş adama değil, iki adama bile yetmeyecek kadar balık vardı ağda. Büyük bir hayal kırıklığı oluştu. Üzüntü ile ellerini bellerine koyup, tabanı beyaz ayaklarıyla kumları savurdular. Mutsuzluklarını Seylan dilinde birbirleriyle paylaştılar. Aç kalacaklardı o gün.
Negombo sahili boyunca, bu adamlara benzeyen, esmer derili, siyah gözlü, avurtları zayıflıktan çökmüş, bir çok balıkçı, nasiplerini denizden toplamaya çalışıyordu o sabah. Kimi Budha'ya, kimi Şiva'ya, kimi İsa'ya, kimi de Allah'a dua ederek denize ağlarını atmıştı. Balık dolmuşsa yüzleri gülüyor, dolmamışsa ayaklarını kumda sürüye sürüye barakalarına dönüyorlardı.
Görmeyince, bu dünyada acı çeken, sıkıntı çeken insanların sadece kendi bölgenizde, kendi ülkenizde olduğunu zannedersiniz.
Onların topraklarını da parça parça bölmüşler, insanlarını ayırmışlar, aralarına fitne düşürüp, sömürmüşler. İnsanlığın en eski ve güçlü medeniyetlerinden birinin ev sahibi Hindistan'ı, diğer ülkelere yaptığı gibi İngiltere bölmüştü. Bangladeş, Pakistan, Hindistan bir zamanlar tek ülkeydi.
Böldüğü her devletin diğeriyle savaşmasını, kavga etmesini, rekabete girmesini, yani enerjisini tüketmesini sağlamış İngiltere. Kiminin başına bir terör örgütünü musallat etmiş, sonra da hepsinin zenginliklerini sömürecek düzenler kurmuş, başına da İngiliz okullarında yetişmiş, yerli kuklalarını yerleştirmiş.
Önce İspanyollar, sonra Portekizler, Hollandalılar ve nihayet İngilizler, Asya'nın acı dolu sömürü tarihini yazan ülkelerdir. Ancak son iki yüzyılda olanlara bakınca,
diye soruyorsunuz.
Srilanka, Hindistan'ın hemen dibinde bir su damlası şeklinde, küçük bir ada olmasına rağmen, onların da başına bela olarak ayrılıkçı Tamil gerillaları musallat edilmiş. Yıllarca kan döküldü, binlerce insan öldü, fakirken daha da fakir oldular. Sonunda bu yıl bir anlaşma yaparak terörü bitirdiler. Ancak geride binlerce ölü, yetim, dul, yakılmış, yıkılmış köyler ve sefalet kaldı.
Terörün perişan ettiği o bölgede, o yetim kalan çocuklardan bir kısmı, balıkçıların ağlarını topladığı o sabah, çok mutluydular. Çünkü adlarını telaffuz edemedikleri bir ülkeden insanlar gelmiş, onlara yetimhane kurmuş, bir okul yapmışlardı. Bu beyaz adamlar, ülkeleri sömüren diğer beyaz adamlara hiç benzemiyordu.
Ellerinde defler, tahta çubuklar, şarkı söyleyerek, Türkiye'den gelen on kişilik heyeti karşıladı çocuklar. Her yanında Srilanka ve Türk bayraklarının, balonlarının asılı olduğu yetimhane ve okulun açılışında Kuran okundu, dua edildi.
Elleri sıcacık, gözleri kara, tenleri koyu kahve rengi, kıvırcık saçlı, dünya güzeli bu çocukların mutluluğu, okyanus incisine benziyordu. O gülen yüzler, o heyecanlı ve meraklı bakışlar, o cıvıl cıvıl hareketlilik, sizi de içine alan bir mutluluk yumağına dönüyordu.
Sıcağa, hiç durmadan yağan yağmura, insanı boğan neme rağmen, buraya böyle bir eser inşa etmek, onu işletecek bir sistem kurmak ve sonra da yerel bir sivil toplum kurumuna devretmek, sanırım hepimizin gurur duyacağı bir şey. Buranın inşası için tüm parayı veren hayır severler, adlarının hiçbir yere yazılmasını istemediler bile. Sonra başkalarının hayır yapmasını teşvik eder denince, razı oldular. Nasıl gurur duymayalım bu insanlarla?