93 yıllık ömrünün neredeyse tamamını kendi davasına adadı. İsrail devletinin kuruluşunda, eline kan bulaşan, en acımasız ekipte yer alan biriydi. İsrail'in silahlanmasının baş aktörüydü. Bu silahları Filistinlilere karşı kullanmakta asla tereddüt etmedi. BM'ye ait ve sadece Filistinli sivillerin kaldığı Lübnan'daki Kana Kampı katliamının baş aktördü.
Bugün, İsrail-Filistin sorununun çözümsüz kalmasının en önemli nedenlerinden biri olan, Yahudi yerleşimleri projesi, onun eserlerinden biriydi.
O'nun gibi şahinlerin politikaları yüzünden, ülkelerinden sürülen Filistinlilerin dramı hala toplama kampı görünümündeki yerlerde devam ediyor.
Lübnan'da geçtiğimiz yıl Sabra, Şatilla ve Burj El Baraji kamplarını gezerken, 1960'larda topraklarından kopartılıp buraya sürülen, yurtsuz, kimliksiz, geleceksiz Filistinlilerin yüzlerinde acıyı ve dramı gördüm.
O kamplar, defalarca bombalandığında, insanlar öldürüldüğünde, suikastlara kurban gittiğinde ve her türlü insani şarttan uzak ortamlarda çocukları yaşamaya mahkum edildiklerinde, bu kararların içinde o da vardı.
Yer yüzüne savrulmuş, vatanlarına hasret ölmeye mahkum edilmiş ve dünyanın hiçbir kavmine reva görülmemiş eziyetler çeken her Filistinlinin hayatı, onun yüzünden karardı. Bugün İsrail, Ortadoğu'nun en korkunç silahlarına, nükleer gücüne sahipse, bu, onun 50 yıl önce attığı temeller sayesinde oldu.
Peres, yeryüzünde güvercin görünüp, katliam yapmak için tereddüt etmeyen ve buna rağmen Nobel Barış Ödülü alan, belki de tek acımasız siyasetçidir. Ölümü, küllenmiş tüm acıları, hatıraları ve katliamları yeniden hatırlattı herkese.
Bir Filistinli anne, 'çocuğumun katili Peres'di' diye pankart taşıyordu, ölüm haberini aldığında. Sanırım binlerce anneden sadece biriydi.
Eminim herkes Peres'in ya da onun gibi içinde derin bir öfke, acımasızlık, kin ve nefret taşıyan İsrailli politikacıların biyografisini okuduğunda, benzer şeyleri görecektir.
Ben ise onun aldığı Nobel Barış Ödülü ile tüm diğer yol arkadaşlarından ayrıldığını düşünüyorum. O ödülü, Peres'e vermek, sanırım hepimize en büyük hakaretlerden biriydi. Belki de ödülün içini boşaltan, anlamsızlaştıran ve bir politik araç olduğunu gösteren en önemli gösterge, Peres'in bu ödülü büyük bir pişkinlikle almasıdır.
Zaten aynı ödül Obama'ya verilerek, ne kadar tutarsız kriterlerle bir seçki yapıldığını sonra bir kez daha gösterildi herkese. Ortadoğu, barış ödülünü alan Obama döneminde gördüğü savaşı, cinayeti ve insan ölümünü başka bir dönemde görmemişti.
Batı'nın, insan değerleri, duyguları ve sembolleri sömürerek kendi çıkarları için araçsallaştırdığı ve anlam kayması oluşturduğu en büyük örneklerden biridir bu Nobel ödülleri.
Bu ödüller, insani değerlerimizin için boşaltırken, acılarımızı da sağarak, sebep olanlardan hesap sorulamaz hale getirdi herkesi. Bir toplumu ötekileştirmek, izole etmek ve yabancılaştırmak için birer araç olarak kullanıldı ödüller. Kararlar her zaman politikti ama hiçbir zaman bunu itiraf etmediler.
Gazze'de 1.5 milyon Filistinli ambargo ve kuşatma altında açlıktan ölüme mahkum edilirken, herkes ödülü alan Peres'e, Arafat'a ve Ramallah'a baktı. Gazze sahillerinde uçurtma uçuran çocuklar, İsrail uçakları tarafından vurulurken, kimse ötekileştirilmiş Gazze için kılını kıpırdatmadı.
Mavi Marmara gemisiyle bu insanlık dışı hapishaneye itiraz eden 10 Türk şehit edilirken yine dünya ses çıkarmadı.
Tüm bunlar olurken Peres Cumhurbaşkanı'ydı. Hepsinin şahidi, öznesi, karar vericilerinden biri ve sorumlusuydu. Aldığı ödül de, katliam kararlarını imzaladığı masanın hemen yanında duruyordu.
Sanırım bunlardan dolayı, Cumhurbaşkanı Erdoğan Davos'ta Peres'in yüzüne o cümleleri haykırdı:
Evet hepimiz şahit olacağız hesap gününde. O ödülün üzerindeki kan, Filistin kanıdır ve sebebi de ödülün sahibi Peres'dir.