|
Tek başına politika değişimi yeter mi?

Dış politika ve güvenlik politikaları değişiyor. Bu, eğer Suriye ve Irak'taki gibi dışa yansımaya devam ederse, sadece Türkiye'nin değil, bölgenin de dengeleri ve geleceği farklı şekilde etkilenecektir.



Durum ciddi ve üzerine çok konuşmak gerek.



Bana eski bir büyükelçinin söylediği şey hiç aklımdan çıkmıyor. Yazmıştım ama tekrarında fayda var.



“Diplomasi bir satranca benzer. Oyunda tüm taşları kullanabilmelisiniz. Biz şimdi Kale'ye (asker) 'yürü' diyoruz, 'yok' diyor, File'e (istihbarat) “hamle yap” diyoruz, itiraz ediyor, ata (ekonomi) 'zıpla' diyoruz 'olmaz' diyor. Sonra bizden masada oyunu kazanmamızı bekliyorlar.”


Güvenlik ve dış politikadaki paradigma değişimini destekleyecek yan unsurlardan bahsediyoruz.

Bir ülkenin gücü, sahadaki tüm taşlarının toplamıdır.
Ne tek başına askeri gücü, ne de tek başına diplomasi kabiliyeti yeterli gelir.


Türkiye Cumhuriyeti tarihi boyunca ilk defa proaktif bir dış politika ve güvenlik tarzı izliyor. Dolayısı ile tek başına bu paradigma değişimi yetmez, burada bir kaç sorunu var.



Bürokrasinin geleneksel yapısı


TBMM'de çalışırken, iletişim ofisinin çok sıcak olduğunu, buna çözüm bulunmasını istemiştik teknik servisten. Sekreter, “üç mühendis geldi, sorunu nasıl '

çözmeyeceklerini'

anlatmak istiyorlar” dedi. Şaka değil, gerçekten başıma geldi.



Ankara'nın eski bürokrasi yapısı böyleydi. Tutucu, yavaş, yenilikten korkan, asla risk almayan, sorunu çözmek yerine ertelemeyi ya da görmezden gelmeyi tercih eden... Bir şey nasıl olmaz onu anlatırlar. Üzülerek belirteyim, şu andaki bürokrasi de bu yana doğru kayıyor.



Kriz bölgelerine gittiğimde çok karşılaştım, buralara atanan kaymakam, vali, konsolos, büyükelçi, ataşe, komutan... en kritik insan oluyor. Eğer bu kişiler gerçekten misyon sahibi ve vatan aşkı ile doluysa, o zaman tüm sorunlar bir anda çözülebiliyor. Yok değilse, istediğiniz kadar Ankara'dan 'değişim' deyin bu sahaya asla yansımaz. Bu nedenle kritik bölgelere atanacak insanları iyi seçmek lazım. Liyakat ve ehliyet diyeceğim yine, faydası olacaksa!


Güvenlik bürokrasisinin

algısı ve tutumu


Çok üst düzey bir askeri yetkili, tam bir saat bana, Suriye'ye girersek nasıl perişan olacağımızı, orada bataklığa saplanacağımızı anlatmıştı. Tabii bir gazeteci olduğumdan ziyade, Cumhurbaşkanı Erdoğan'la bir zamanlar çalıştığım için ona anlatmamı istiyordu bunları aslında. Cerablus'a girdik hiç de perişan olmadık.



Şuna eminim, Erdoğan başından beri Suriye'ye girip güvenli bölge oluşturmayı, mültecileri orada koruma altına almayı istiyordu. ABD ve Rusya'da daha çok, güvenlik bürokrasisi buna karşı çıktı.


Bu nedenle şimdi sadece asker değil, MİT ve Emniyet'in de güvenlik algısı, tutumu ve sahada uygulama biçimini değiştirmesi gerek.



Uluslararası iletişim gücü


'IŞİD kadar tehlikeli dediğin Haşdi Şabi'yi abartıyorsun sanki. Dünyada bu konuda haber bile yok neredeyse' dedi bir yabancı gazeteci. Doğru söylüyor ama abartma kısmı değil. IŞİD'i kuranlar onun konuşulmasını istiyor da o yüzden durum böyle. Biz ise Haşdi Şabi gibi cani bir örgütü dünyaya anlatamıyoruz.



Aslında 'soft power' (yumuşak güç) kategorisinde anmak lazım iletişim araçlarını. Ancak benim iddiam o ki, medyayı da kapsayan iletişim, artık bir yumuşak güç değil, en az askeri güç kadar etkili bir araçtır.


Türkiye, FETÖ'ye karşı haklı davasını da, Suriye ve Irak tezini de, PKK'ya karşı mücadelesini de dünyaya anlatamadı. Hala kamu diplomasi kurumu olmayan, ancak bölgesel güç olma iddiasındaki tek ülke biziz sanırım.


Devlete bağlı medya kurumları, iletişim birimleri acaba ne durumda, dünyada ne kadar etkin diye biri hesap sorsa, durumun hiç de iç açıcı olmadığını göreceğiz. Öte yandan özel sektör medya bırakın bölgede etkin olmayı, ülke içinde yakında uçurumdan aşağı atlamış olacak.



Yumuşak güçlerin kuvveti


TİKA Başkanı Serdar Çam'ı arayıp şöyle demiştim, 'Tunus'a verdiğin 30 çöp toplama aracından birinin parasıyla gazeteci yetiştirmek ister misin? Hemen kabul etti. Anadolu Ajansı Haber Akademisi, 40'ya yakın Tunuslu gazeteciyi Türkiye'ye getirdi ve 3 ay boyunca eğitim verdi. Şimdi hepsi ülkelerinde önemli yerlerde Türk dostu olarak çalışıyor. Düşünün, AFP bunu Fransa'da 30 yıldır yapıyor.



Yeni Türkiye'nin kurumları dediğimiz, THY, AA, TRT, TİKA, Yunus Emre, Kızılay, AFAD, Yurt Dışı Türkler gibi kurumlar Mısır, Gazze, Suriye başta, dünyanın dört bir yanında çok iyi işler yaptılar. Bunların senkronize olması, uyum içinde, yardımlaşarak çalışması, Türkiye'nin gücüne güç katıyordu. Şimdi durumun öyle olmadığını üzülerek görüyorum.


Yumuşak güç dediğimiz bu kurumların, yeni paradigma değişiminde çok önemli bir işlev gördüğünü unutmayalım. Onların da toparlanmaya ve yeniden senkronize olmaya ihtiyacı var.



Paradigma değişiminde ekonomi ve milli birlik konusunun önemini ayrı bir yazıda anlatacağım.



Son olarak diyeceğim şudur:



Sadece retorik olarak paradigma değişimi yetmiyor. Bütüncül bir hamle gerekiyor ülkeye. Cumhurbaşkanı ve Başbakan bu konuda irade koymuşsa, bu bütüncül hamleyi yapmak kolaydır. Sadece bürokrasiyi sıkı tutmak, özel sektörü kucaklayıp, teşvik etmek gerek.


TBMM'de bahsettiğim üç mühendise şöyle haber göndermiştim: “Bu sorunu nasıl çözeceklerini bulana kadar buralara gelmesinler.” Bir hafta sonra sorunu çözdüler.



#Dış politika
#TİKA
#FETÖ
7 yıl önce
Tek başına politika değişimi yeter mi?
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?
Nazlı seçmen günlerinde siyaset