Dünyanın merkezi kabul edilen Washington'da sokakların sakinliği her zaman dikkatimi çekmiştir. Nasıl olur da bu kadar sesin çıktığı şehrin sokakları, aynı zamanda bu kadar sakin, telaşsız ve sıradan gözükür. Bu gelişimde de aynı şeyleri düşündüm. Sanırım bu nedenle, Washington, Newyork'tan daha yaşanabilir geliyor bana.
Kongre, Senato, Beyaz Saray, Pentagon, Dışişleri, Hazine, Wall Street, medya ve bunların etrafında kümelenmiş özel sektör kurumları, bu en güçlü başkentte, dünyanın gündemine ve gidişatına etki ediyor.
Nisan 2016'da buraya geldiğimde, Washington'da resmen bir Türkiye gündemi vardı. Gündem tam olarak Türkiye'yi karalama ve perişan etmek üzerine kuruluydu. O zaman başkentte faaliyet gösteren düşünce kuruluşlarının haftalık programını almıştım.
Bu toplantıları düzenleyenler, bütçeleri milyonlarca dolar olan, etkileri medya ve kanaat merkezileri üzerinde oldukça güçlü think-tank kuruluşlarıydı.
Yine o zaman Amerikan medyasında hafta en az beş-altı tane çok sert eleştiri makalesi ya da haber yayınlanıyordu. Türkiye'de bu yayınların şokuyla uyanıyordu her sabah.
Forum USA Gazetesi sahibi ve MÜSİAD ABD Başkanı Mustafa Tuncer, Global Düşünce Söyleşileri için ABD'ye davet ettiğinde, aklımda bu konuların son durumunu öğrenmek de vardı. O yüzden Washington'a indiğimin erkesi günü ilk işim, bu mesele üzerine görüşmeler yapmak oldu.
Yarı lobicilik, yarı medya etkinlikleri düzenleyen Turkish Heritage Organization Başkanı Ali Çınar, düşünce kuruluşu SETA Washington temsilcisi Kadir Üstün, Türk Amerikan Ulusal Yönlendirme Komitesi Eşbaşkanı Av. Günay Evinç, MÜSİAD ABD Başkanı Mustafa Tuncer, Diyanet Amerika Merkezi Başkanı Dr. Yaşar Çolak, çok sayıda gazeteci ve burada yaşayan Türklerle, Washingon'da son durum merkezli görüşmeler yaptık.
Aslında cevabını aradığım soru, Türkiye aleyhine bunca etkinlik ve haber olurken, buna karşı ne yapıldığı konusuydu. Ortaya çıkan tablo çok iç açıcı değil. En çok ihtiyacımız olduğu dönemde, Türkiye'nin bir PR şirketiyle anlaşmasının olmadığı göz önünde tutulursa, buradaki özel think-tank kuruluşları ve sivil örgütlerden çok da bir şey beklememek lazım.
2016 yılı Haziran ayında bir PR şirketiyle anlaşma yapılmış. Ancak, 15 Temmuz darbesi olduğunda ve bu darbenin bir komplo olduğu yalanı yayıldığında, bu şirketin bir varlık gösteremediği de notlarım arasında maalesef.
72 Kongre üyesinin imzasıyla, darbeden hemen sonra, Türkiye'yi şikayet eden bir mektubu Başkan Obama'ya gönderdiler. ABD yasalarında 51 Kongre üyesi imza topladığında ABD başkanının düşürülmesini teklif edebiliyor. Gerisini siz düşünün artık.
Düşünce kuruluşlarının Türkiye aleyhine yaptığı faaliyetlerin neredeyse tamamında, FETÖ aktif olarak yer aldı. Bir yılda harcadığı paranın 7-8 milyon dolar olduğu söyleniyor.
Burada parayı verdiğinizde yapamayacağınız şey yoktur. Nedense Türkiye bunu yapamıyor gibi gözüküyor. Çünkü Türkiye'nin Amerika'da PR çalışmaları için ayırdığı bütçe, orta ölçekli bir belediyemizin kültür etkinliklerine ayırdığı bütçeden daha az.
Lobicilik faaliyetlerine daha çok önem verilmiş ve para harcanmış gibi gözüküyor. Ancak 72 Kongre üyesinin mektubuna karşı, biz de bir mektup gönderemedik Başkan Obama'ya.
Aslında genel anlamda Türkiye'nin yurt dışındaki iletişim ve sosyal faaliyetlerine yönelik politikalarında bir sorun var. Bunları konuşurken, aklıma geldi birden:
Avrupa'da ve Amerika'da bilinçli bir şekilde süren Türkiye aleyhtarı kampanyalara, organizasyonlara karşı, hangi strateji, hani proje hazırlandı, bunu hangi kurum yönetti bilemiyorum. En azından Amerika'da bunun izlerini göremedim.
Yani bu adamların “üst aklı” var da, biz neden bir üst akıl kurmuyoruz bir türlü anlamış değilim. Sanırım sistem tıkanıklığı yüzünden denmesi mümkün. Bakalım halk oylamasından sonra sistem çalışınca bunlar yapılacak mı?
Washington'dan New York'a giderken, 'Allah'tan Trump başkan seçildi' dedim. Yok, sorunlarımızı o çözecek diye değil.
Bakalım ne kadar sürecek. Bari bu arada biz toparlansak.