|
Teröre inat, 2016-18 Türkiye’sini konuşalım
1 Kasım'a doğru, ekonomi alanında ve finans piyasalarında 'tansiyonu düşürücü' gelişmelerin yaşandığını izah ettiğimiz bir yazının yayınlandığı gün, belki de siz bu köşeyi okumuş iken veya okuyor iken, Ankara'nın göbeğinde yüze yakın insanımızı kaybettiğimiz bir terör saldırısı haberi geldi.
ABD'de binlerce insanın yaşamını yitirdiği 11 Eylül 2001'deki terör saldırısı veya İngiltere'nin yıllarca önemli sayıda insanını kaybettiği İrlanda Kurtuluş Ordusu (IRA) ve ardından 2000'li yıllarda El-Kaide saldırıları, elbette ABD ve İngiltere gibi ülkeleri de sarstı, toplumda bu tür saldırıların ardı arkası kesilmeyecek mi türünden endişelere sebep oldu.
Bununla birlikte, ülkenin güvenlik birimleri istihbarat zaafiyetinin nerede yaşandığını çok iyi tespit edip, gereken tedbirleri alıp, bu tür saldırıların tekrarlanmasını önlüyorlar.
Bu nedenle, yüze yakın insanımızı kaybetmemizin nedeninin bizim bir Orta Doğu ülkesi olmamızdan kaynaklandığı ve Orta Doğu'da zaten her gün bu kadar sayıda insanın yaşamını yitirdiğine dair yaklaşımlar, en basit ifadesiyle ülkemize ve Türk toplumuna ağır haksızlıktır.

Nitekim, 15-20 Kasım 2003 tarihlerinde, El-Kaide'nin 5 gün arayla gerçekleştirdiği iki bombalı eylem sonrasında, Türk istihbaratının ve güvenlik birimlerinin tedbirleri ile, Türkiye bu tür bombalı eylemlerin önünü almıştı. 2007 Ankara Anafartalar Çarşısı ve 2008 İstanbul Güngören bombalı eylemlerinin de devamının gelmesine izin verilmedi.
Mayıs 2013'deki Hatay-Reyhanlı bombalı saldırısından bu yana, büyük çaplı bombalı terör eylemlerine yönelik bir istihbarat açığımız var ve Şanlı Urfa Suruç saldırısı ile en son, Ankara Tren Garı önündeki saldırı da, yine Türk istihbarat birimlerinin istihbarat zaafiyetini çözecekleri menfur saldırılar
. Bin yıllık devlet geleneği ve Avrasya'nın demokrasisi ve ekonomisi en oturmuş ülkesi olarak, bu belanın de üstesinden geleceğiz.
Ama, böyle bir terör eyleminin istihbarat zaafiyetinin üzerine gitmek yerine, ekonomisi ve demokrasisi ile, Avrasya'ya ilham veren Türkiye'yi, bir şeyleri mazur görmek adına, Orta Doğu ülkesine benzetirsek, o zaman o ülkelere ilham kaynağı olma becerimizi de hızla kaybederiz. Tersine, dimdik ayakta durup, geleceğe odaklanacağız
. Çünkü, bizim başarılı olduğumuzu görmeye pek çok ülkenin ihtiyacı var.

Büyüme
hedeflerinde 'iyimserlik' ayarı

Ciğerimizi dağlayan, kalbimizi sıkıştıran terör eylemine rağmen, Türkiye'nin bugün ve geleceğini konuşmayı sürdüreceğiz.
Terörün beyinlerimizi esir almasına izin vermeyeceğiz
. Kalkınma Bakanlığı'nın kamuoyu ile paylaştığı ve ekonomi yönetiminin tüm birimlerinin teknik katkısı ile hazırlanıp, temelde başbakanın başkanlığında toplanan Yüksek Planlama Kurulu'nda son şeklini aldıktan sonra kamuoyu ile paylaşılan Orta Vadeli Program (OVP), 2016-2018 dönemini kapsayacak şekilde açıklandı.
Mevcut iç ve dış siyasi ortamın OVP üzerinde dört dörtlük bir çalışma yapılmasına izin vermediği kanaatindeyim.
Çünkü, 2016-2018 OVP'sinde yer alan geleceğe dönük makro ekonomik hedeflere baktığımda,
2016 yılı için daha özenli; ama 2017 ve 2018 hedefleri için daha az özenli, bilhassa 'morali yüksek tutalım' türünden bir dokunuş kendisini hissettiriyor
.

Öncelikle, 2015 yılı büyüme beklentisinin yüzde 4'den yüzde 3'e çekilmesini doğal karşılamak ve 'enseyi karartmamak' gerekiyor. Geçen cumartesi günkü yazımda, 2015 yılı için yüzde 3 civarındaki bir büyümenin makul ve akla yakın geldiğini, küresel büyüme beklentilerinin tüm ülkeler ve coğrafyalar için aşağı çekildiği bir konjonktürde, Türkiye'nin yine de yüzde 3 büyümesinin anlamlı olduğunu belirtmiştim.
Bununla birlikte, ABD Merkez Bankası'nın (FED) para politikasını sıkılaştırmaya başlayacağı ve Çin gibi ekonomilerin küresel büyümeyi besleme etkilerinin kısmen zayıflayacağı bir konjonktürde, 2016-2018 dönemi için büyüme hedeflerinin sırasıyla, yüzde 4 - 4,5 ve 5 olarak sıralanmasını özensiz bir çalışma olarak gördüm
. Kanımca, 2016 ve 2017 için yüzde 3 ile 3,5 arası, 2018 için ise yüzde 3,5 ile 4 arası hedefler daha inandırıcı olurdu. Üstelik, net ihracatın büyümeyi hiç katkıda bulunmayacağı öngörüsü çerçevesinde, bu derece iddialı büyüme hedefleri, ciddi oranda iç talebe dayalı bir büyüme hedefine işaret eder ki, Türk halkını ve şirketlerimizi özellikle 2016 ve 2017'de borçlanmaya devam etmeye teşvik etmek ciddi sorunlara sebep olabilir.

Veri 'makyajı' bize yakışmaz

Son bir konu, piyasa değeri, ya da nominal olarak, dolar cinsinden Gayri Safi Yurtiçi Hasıla (GSYH) veya basit ifadeyle milli gelir verilerini, dolar kurundaki ciddi artış nedeniyle, 820 milyar dolardan 700 milyar dolarlara gerilemiş olarak göstermemek için, birden bire, her yıl açıklanan bu tablolarda satın alma gücü paritesi yöntemine (SAGP) göre hesaplanmış dolar cinsinden GSYH ve kişi başına GSYH verisini paylaşmak, kendini kandırmak gibi.
2001 Krizi'nde bu memleketin milli gelirinin 130 milyar dolara kadar gerilediğine, ardından da 200 milyar dolarlara yeniden toparlandığında, AK Parti döneminde de 800 milyar dolarlara çıktığına birlikte şahit olduk.
Elbette, küresel ekonomik ve siyasi gelişmelere bağlı olarak, milli gelirin dolar cinsinden gerilediği günler de görebiliriz.
Ama, bazı teknik yöntemler ile, bunu gizlemeye çalışırsak, inandırıcılığımız tartışmalı hale gelir. Bu tür 'makyaj' adımlara tenezzül etmeyelim.
#küresel ekonomi
#ABD Merkez Bankası
#İrlanda Kurtuluş Ordusu
9 yıl önce
Teröre inat, 2016-18 Türkiye’sini konuşalım
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?
Nazlı seçmen günlerinde siyaset