|
"Plebisit" ve "muhatap problemi"

"Gezi" meselesinin halli yolunda üzerinde çalışılan "yol haritası" (amma haritaymış yani!) "plebisit" sözcüğü de telaffuz edildi. Sözcüğü ilk kez Başbakan"ın ağzından duyduk.

Kimse kırılmasın ama Başbakan"ın konuya ilişkin (muhtemelen) görüşlerini aldığı "danışmanları"nın ("Baş" ya da "son" fark etmez) gerçekten büyük bir yanlış yaptıklarını söylemek gerekiyor.

Bu yanlış görüşler sonucunda (sözcük etimolojik bakımdan "pleb"ten türemiş olsa da) Başbakan Erdoğan bugünün demokrasilerinde tek bir siyasi liderin değil adını anmak aklının ucundan bile geçmeyen bir sözcüğü telaffuz etmiş oldu.

Hem de tam -konu epeyce soğumuş olsa da- Başbakan"ın gönlünden "başkanlık sistemi"nin geçtiği bir dönemde…

"Plebisit", bir ünlü siyaset bilimcinin sözleriyle "demokrasisinin yoldan çıkmış halidir." Bu o derece "kötü hatıralar"ı akla getiren bur sözcüktür ki, halkı tamı tamına "plebisit" tanımına uyan oylamalar için sandık başına çağıranlar bile yaptıkları işe bu adı koymaktan çekinirler. Ne derler, tabii ki "referandum-halkoylaması" derler.

Yakın Türkiye tarihini bu açıdan hatırlayacak olursak, plebisit ile 1961 Anayasası"nın oylanması için sandık başına giderek tanıştık. Bunun adına tabii ki "referandum" diyorlardı ama aslı plebisitti. Anayasa için ikinci kez sandık başına gitmemiz de bir plebisitti. Üstelik bu sefer anayasanın yanında bir de cumhurbaşkanı seçiyorduk. Taha"nın (Parla) kulakları çınlaşın, şimdi artık pek çoğumuzun paylaştığı bu teşhisi çok önceden etraflıca anlatmak için çok çaba sarf etmişti. Peki bu "referandum"lar niçin aslında birer plebisitti? Çünkü her şeyden önce "halk"ı sürece katmadan, onu "özne" durumundan çıkaran, sadece "evet"çilerin güdümünde işleyip "hayır"cıların ağzını kapatan bir oylama olduğu için. Dolayısıyla "referandum" demokratik bir nitelik taşırken "plebisit"in anti demokratik bir yapıdadır. Halkın oyunu sunulacak "şey"in oluşumunda "halk"ın olmamasından. Hatırlayın; 61 Anayasası oylanırken bir önceki anayasanın buyur ettiği siyasal iktidarın fikirlerinin (ve "bedenlerinin") hayat hakkı yoktu. 82 Anayasası oylanırken yönetime gayri meşru olarak el koymuş bir güç (TSK) "hayır" demeyi yasaklamıştı.

Fazla uzatmadan yakın geçmişten şu gelişmeyi de hatırlatayım: "Plebisit" bu ülkede sadece 61"de olduğu gibi "sol"(!) ya da 82"de olduğu gibi askeri güç tarafından makbul sayılmadı. "Sağ"dan Turgut Özal"ın 12 Eylül öncesinin siyasetçilerine getirdiği "siyaset yasağı"nın kalkmaması için halkı sandık başına çağırdığı plebisiti de unutmayalım. Anayasal-yasal tüm mevzuatın temel ilkesi olan "genel"lik ilkesini, yani herkesi kapsayıcı niteliğini halkın oylarına sunan bir (bu kez "liberal"!) bir plebisit…

Biliyorsunuz, "plebisit" söz konusu olduğunda karşınıza çıkan ilk kavram "Bonapartızm"dir. Özellikle de imparator olduktan sonra III. Napoleon olarak anılmaya başlayan versiyonu. Kendisinin Fransa"nın seçimle başa geçen ilk cumhurbaşkanı olduğunu da biliyorsunuz. Ancak Fransa"da II. Cumhuriyet"le birlikte (1848) cumhurbaşkanı seçilen bu zat meclisin "dırdırından" dolayı cumhuriyetten kısa sürede soğumuş ve dört yıl sonra kendisini bir plebisit ile imparator ilan etmişti. Hakkını yememek lazım, söz konusu plebisitte çok da oy almıştı. III. Napoleon, plebisit yöntemini imparatorluğu sürecince de sürdürdü. Canı neyi çekiyor ise halka soruyordu! "Halk istedikten sonra" (hem de "ezici" bir çoğunlukla) kim ne diyebilirdi ki… Demek ki plebisit ile meşrulaştırılmaya çalışılan asıl olarak gücü elinde tutan kişiydi.

Toparlayacak olursak; Başbakan"ın bu sözcüğü telaffuz etmesine vesile olanlar sonuç olarak bir "demokrasi" olan bu ülkede başbakana bu yanlışı yaptırmamaları gerekirdi… Söylediğim gibi, demokrasimiz iyi/kötü, geri-ileri, çoğulcu/çoğunlukçu her ne ise de siyasi sistemimizin "plebisit"lerle yürütülen bir karakterde olduğunu ileri sürmeye hakkımız yok.

Başbakan"ın son konuşmalarından (artık o kadar çok ki, hangisi olduğunu unuttum!) birinde dile getirdiği "Bir diktatör halk oylamasına gider mi?" sorusunu da bu çerçevede cevaplamak gerekir. "Evet gider", eğer söz konusu olan "plebisit" ise!

Konuyu biraz değiştirerek "Gezi" meselesini bir başka yönü de gözden geçirmek isterim: Bana göre bu "kriz"i iyi tarif edebilecek önemli hususlardan birisi "mutahap problemi"dir. "Gezi" protestocularının karşısında yer alması gereken muhatap kimdi? Tabii ki İstanbul Belediye Başkanı ve Beyoğlu Belediye Başkanı. Oysa günlerdir görüyoruz ki, bu iki makam sanki iptal edilmiş... Başbakan"ın ilk günden itibaren işe el koyması neticesinde mesele bir "hükümet meselesi"ne dönüştürüldü. Protestocuların Başbakan"ın "alkol"den "ahlak"a özel alana ilişkin pek çok konuda yaptığı açıklamaların "Gezi"nin oluşumunda etkili olduğunu unutuyor değilim, ancak mesele büyük ölçüde "Kışla" projesi etrafında filiz vermedi mi? Hükümetin ve bu konuda ona destek veren yayınların "Gezi"yi bir "milli irade"(!) meselesine dönüştürmesi de büyük ölçüde bu "muhatap problemi"nden kaynaklandı. Hatırlayın, "Yedirmeyeceğiz!" gibi hepten münasebetsiz yayınların konuyu nerelere taşıdığını hatırlayın... Oysa benim bildiğim, sayılı birkaç pankart ve slogan dışında "hükümetin meşruiyeti"ni tartışan-tanımayan bir protesto ile karşı karşıya değildik. Yani özet olarak, karşılarında İstanbul"un "mahalli idaresi"ni görmek isteyen protestocuların karşısına söz konusu "idare"ye "Siz geri durun ben meşgul olurum!" diyen hükümet çıktı. Demek ki, Anayasa"nın 127. maddesine kazınmış şu hüküm hükmünü sürdürüyordu: "Merkezi idare, mahalli idareler üzerinde (...) idari vesayet yetkisine sahiptir."

11 yıl önce
"Plebisit" ve "muhatap problemi"
Evvelbahar
Siz hiç “ayben”e para gönderdiniz mi?
Irak: Kurtların sessizliği…
Direniş meşrudur, tükür kardeşim
Columbia’da ‘Filistin’le Dayanışma Çadırları’