|
Mecburi istikamet: "Moral"dan "Politika"ya

Geçen hafta karşılaştığımız Fransa çıkışlı fotoğraflı bir haberdi. Süt üreticileri süt fiyatının düşmesine hiddetlenince, uygulanan politikayı protesto etmek için şehir meydanında toplanarak ellerindeki süt güğümlerini meydana boca etmişlerdi. “Al sana süt banyosu” dercesine…

Bildiğiniz gibi, zengin Avrupa ülkelerinde süt ve tarım ürünü üreten üreticiler (bayağı “ekonomik” oldu: “ürünü üreten üreticiler”!) bu tür eylemleri sıklıkla yaparlar. Şehir meydanı bazen tonlarca sebze-meyva, bazen de yüzlerce litre sütle “yıkanır”.

Bu olayı-haberi hatırlatmamın nedeni, benzer bir “sütçü eylemi”ni birkaç gün önce Balıkesir''in Manyas Süt Üreticileri Birliği''ne bağlı üreticilerin de gerçekleştirmiş olması. Manyaslı üreticiler de, “sanayicinin” çiğ süt fiyatlarını aşağı çıkması üzerine sokağa süt dökme eylemine başlamışlar. İşaret edilen “sanayiciler”, tabii ki, çiğ sütü pastörize edip kutulayarak market raflarında pazarlayan sanayiciler.

Manyas çıkışlı haber ilgimi çekti, çünkü ülkede bu tür bir eylem ile ilk kez karşılaşıyordum. (Yanılıyor muyum?) Çünkü bizde Avrupa''nın zengin ülkelerinde olduğu gibi içinde “süt” ve “süt mamülleri”nde “fazla üretim” söz konusu olmadığından, Avrupalının sütü “sokağa dökmesi” gibi bir eyleme başvurmak bizde en başta “günah” olarak nitelendirilir.

Bu tespitimde yanılmadığımı Manyas''tan gelen ikinci (fotoğraflı) haber onaylıyordu sanki. Manyaslı süt üreticileri ikinci gün sütü sokağa dökmek yerine ellerinde kaplarla sıraya girmiş olan Manyaslılara parasız dağıtıyorlardı.

Ancak –bu çerçevede- şunu da unutmamak gerekir: Eğer söylendiği ve iddia edildiği gibi Türkiye bir gün (2030 mu, yoksa daha mı erkendi?) Almanya''yı bile geride bırakan bir ekonomik güce ulaşacak ise, kapitalizmin bu güçlenmiş halinin –güçlendiği her yerde olduğu gibi- bizde de “günah” filan dinlemeyeceğini unutmayalım…

Bu hatırlatmayı da şunun için yapıyorum: Kapitalizmin “faziletlerini” içselleştirip, “tünelin ucunun” ancak bu yol ile görülebileceğine inananlar, bu yolun kendilerini aynı zamanda -bugün hayal bile edemeyecekleri- protesto dalgaları ile karşılaştıracağını da unutmamalıdır.

Manyas sütçülerinin “günah tanımaz” eylemleri bugün için ancak bir gün sürmüştür. Ama ya “çiğ süt üreticileri” ve “sanayiciler” arasındaki sorunlar giderek daha keskinleşir ise…

Demek ki, Türkiye''nin de -epeyce bocalamadan sonra- bugün başarılı biçimde ilerlediği “taviz vermeyen kapitalizm” yolu, haliyle-tabii olarak, toplumun çalışma hayatından başlamak üzere toplumun geleneksel yapısını törpülemeye başlayacaktır. Bu yolda belli bir eşik -çok uzak değil bu eşik- aşıldıktan sonra, bu toplum (da) artık “Yaradılanı yaradandan ötürü seviyoruz” türünden belli bir tarzda (buram buram!) “moral” kokan seslenişlerle yetinmeyecektir. Sözü edilen “sevgi”nin nasıl tezahür ettiğini gündelik yaşamında sınamaya başlayacaktır. Bu yolda bir dönüşüm mutlaka yaşanacaktır. Yani bir toplumsal bilinç bu çerçevede mutlaka yerleşecektir. Çünkü seçilen yol, her yerde olduğu gibi, bizde de toplumun gündeliğinin çok daha seküler çerçevede düzenlemesi sonucunu getirecektir.

“Tekel direnişi” olarak adlandırılan eylemlerin bu yoldaki ipuçlarından birisi olduğunu unutmayalım.

Yani uzun lafın kısası, biz de mecburen belli bir tarzda “moral”den sıyrılıp “politika”nın kuralları altına gireceğiz!

Bu satırları –öyle anlaşılır gibi kaçsa da- kimseyi “bugünün şartları” çerçevesinde yargılamak için yazmıyorum. Yapmak istediğim, “değişim-dönüşüm”ün kaçınılmaz olarak beraberinde getireceği yeni duruma işaret etmekten ibaret.

Konuya ilişkin bu değinmelerimi bir de örnekle destekleyeyim:

Geçen hafta birkaç gazetede yer alan –ve yine çok sık gerçekleşen- bir “tesadüf” sonucu- aynı başlıkla verdiği bir haber vardı. Şöyle deniyordu: “Minik Rabia''ya Başbakan sahip çıktı”.

Habere konu olan olay özetle (haberin ilk cümlesinden) şu: “Henüz 6 aylıkken yakalandığı akciğer hastalığı yüzünden oksijen tüpüne bağlı olarak yaşamını sürdüren Rabia''ya başbakan sahip çıktı.”

Daha fazla bilgi vermeye gerek yok sanırım. Bu çocuk bugüne kadar bir türlü sağlık hizmetinden gerektiği gibi yararlanamamış. Ancak, çocuğun annesi Başbakan ile İstanbul''da bir fırsat yaratıp görüşünce, Sağlık Bakanı''na hemen gerekli talimat verilmiş. Çocuğun ailesi tabii olarak “Allah razı olsun Sayın Başbakanımızdan” diyor. Demezler mi hiç?

Ancak görüyorsunuz; anayasasında “sosyal devlet” olduğu (değiştirilemez bir ilke olarak!) ilan edilen Türkiye Cumhuriyeti''nde, küçük bir vatandaşın sağlık hizmeti alabilmesi nihayet Başbakan''ın “sahip çıkması” ile sağlanabiliyor. Ülkenin medyası da –tabii ki Başbakan''ın bilgisi dışında- hangi memlekette yaşadığının farkında olmadan “Minik Rabia''ya Başbakan sahip çıktı” diyebiliyor.

İşte, “İlerde kendilerinden mecburen iz kalmayacak tutumlar” derken bu örnek olaydaki yaklaşımı da kastediyorum. Medyanın bu örnekle öne çıkarmaya çalıştığı “merhamet” ve “minnet” gibi moral erdemlerin –bizde de- “politik” alandan çıkarılıp ait oldukları alana itileceklerini söylüyorum. O zaman “Minik Rabia”, kimsenin kapısı çalınmadan tedavi görebilecek: Üstelik Rabia''dan -medyanın işi daha dokunaklı bir hale getirmek için kullandığı gibi- “Minik” diye de söz edilmeyecek…

٪d سنوات قبل
default-profile-img
Mecburi istikamet: "Moral"dan "Politika"ya
Bir çocuk neden ‘şaşar’?..
İnsaf!
Dağ yürekli adamların büyük seçimine doğru
Demografik dönüşüm
Seçim bitsin, önümüze bakalım!