|
"Tertip" değil, sahici bir "şehir hareketi"

Üçüncü köprüye uygun bulunan isimden başlayalım.

Birkaç gündür pek çok köşe yazarının köprüye uygun görülen ismin Alevileri rencide etmemesi gerektiğini, çünkü tarihte Yavuz"a mal edilen katliamların gerçek olmadığını -kimi tarihçileri de şahit göstererek- anlatmaya çalışmalarını şaşkınlık içinde izliyoruz. Sanırsın ki belgelerden hareketle bir tarihsel tespit çalışması içindeyiz… Oysa ülkenin milyonlarca Alevisinde söz konusu katliamlar ve Yavuz ilişkisinde sarsılmaz bir kanaat mevcut. Ama nedense bu kadarı bize yetmiyor ve bu kanaatin varlığından herkes gibi bilgi sahibi olan "isim babaları" da Yavuz isminde ısrar ediyor. Anlaşılır gibi değil gerçekten…

Konu açılmışken "köprü isimleri"ne ilişkin şu tercihimi de söyleyeyim: Köprü ve benzer yapılara tarihten –yakın ya da uzak fark etmez- çekilmiş isimlerin verilmesi doğru bir yöntem değil. Köprülere Atatürk, Fatih gibi Yavuz gibi isimler verilmemelidir. (Osmanlı padişahlarının atalarının isimlerini kendi yaptırdıkları yapılara vermek gibi bir uygulamaları var mıydı?) Köprü ve benzeri yapıların daha "sivil" isimlerle, mesela semt-mahalle adlarıyla anılması (3. Köprü için isim önerisi: "Garipçe Köprüsü"!) daha yerinde bir tercih değil midir? Zaten dikkat edersiniz, İstanbullular köprü isimlerini çoktan sivilleştirmiş-sadeleştirmiş bile: "Birinci Köprü", "İkinci Köprü" ve birkaç yıl sonra da tabii ki "Üçüncü Köprü".

Buraya kadar karaladığım satırlara uygun gördüğüm "ana fikri" şöyle formüle edebilirim: Köprü idi havaalanı idi gibi şehrin çehresini ciddi olarak değiştirecek projeler düşünülür-hazırlanırken şehir sakinleri ciddiye alınmalı, hatta bu konuya ilgi az ise bu ilgi mümkün olduğunca yükseltilmeye çalışılmalıdır. Kim tarafından? Tabii ki başta şehrin yönetiminden birinci derecede sorumlu olanlar ve arkasındaki hükümet tarafından…

Fazla uzatmadan gelelim Taksim Gezisi olaylarına:

Son iki gündür bu çerçevede yaşananlar doğrusu beni de şaşırttı. Şaşırttı çünkü olayların başladığı gün gerçekleştirilen az katılımlı protesto gösterisi ve bunun hemen ardından Başbakan"ın "kararımızdan dönmeyiz" mealindeki açıklamasını "Tamam, Topçu Kışlası inşaatının başlaması yakındır" diyerek değerlendirmiştim. Ancak ertesi ve daha ertesi gün gelişen protesto gösterileri bu sefer bende kuvvetli bir biçimde "Anlaşıldı, Topçu Kışlası hikayesi buraya kadar!" kanaati uyandırdı. İlk günün az katılımlı protesto gösterisi yerini tahammülsüz ve basiretsiz bir idarenin de katkısıyla sahici bir şehir hareketine bıraktı. (Burada Ak Parti kurucu üyelerinden siyaset bilimci Fatma Bostan"ın şu sözlerini hatırlatmak isterim: "Memleket üzerindeki ölü toprağı kalkmış görünüyor.")

Gerçekten de İstanbullular son derece pasifik büyük bir protesto gösterisi ile Taksim"in yeniden düzenlemesine ilişkin bugüne kadar süren tamamen yanlış ve tek taraflı olarak kararlaştırılarak şehre ve şehirlilere dayatılan bir "hayal"e tahammülleri olmadığını gösterdiler. Gezi Parkı"nda geriye tek bir taşı bile kalmamış koca bir yapının taklidinin inşa edilmesi tabii ki baştan sona yanlış bir şehircilik anlayışının ürünüydü. Tek bir taşının bile yerinde durmadığı bu yapının yeniden inşasını Başbakan"ın "tarihi eserin yeniden inşa edilmesi" sözleriyle değerlendirmesi de aynı derece de yanlış değil mi? Bir "tarihi eser" nasıl olur da "yeniden inşa edilir", üstelik bu "tarihi eser" çoktan "tarih olmuş" ise?

Gezi Parkı protestolarının "ideolojik", "tertip", "oynanan oyun" gibi olayların gerçek nedenini gizlemeye çalışan nitelemelerle anlaşılması imkansızdır. Tamam, göstericiler içinde bazı grupların bu güçlü protestoyu iktidar karşıtı bazı siyasi hareketlerin çıkarları doğrultusunda kullanmaya çalışmalarından –ve çalıştıklarından- söz edilebilir. Ancak bu "katkılar", şehirlerine eskinin Taş Kışlası"nın bir taklidini zorla dayatan bir şehir ve ülke yönetimine "Dur" diyen demokratik bir şehir hareketinin protestoların gerçek sahibi olduğu gerçeğini değiştirmez.

Protestoların sürdüğü akşam ekranda Kadir Topbaş"ın açıklamalarını dinledim. Açıklamalarından benim çıkardığım sonuç "Taş Kışla" meselesinin sanki devre dışı bırakıldığı yönündeydi. Ancak ertesi gün Türkiye İhracatçılar Meclisi Genel Kurulu"na katılanlardan çokça alkış alarak konuşan Başbakan"ı dinlediğimde ise Kışla ısrarında "milim gerileme" görmedim. Hatta Başbakan, Taksim düzenlemesi çerçevesinde önceden yer alan ama vazgeçildiğini sandığımız "Sıraselviler harekatı"nın bile müjdesini verdi! Bu iki farklı açıklama ve tutuma rağmen Kışla"nın akıbeti konusunda benim fikrimi soracak olursanız şöyle derim: Hükümet Kışla politikasında geri çekilmeyeceğini açıklıyor olsa da sürecin Topbaş"ın izleyenlere hiç değilse sezdirdiği yolda ilerleyeceğini düşünüyorum. Basiretli davranmak da bunu emretmiyor mu zaten? Gezi Parkı protestolarının kendisini bu ülkede de nihayet ciddi biçimde gösteren son derece meşru bir şehir hareketi olduğunun ve bundan böyle tepeden inme projelerle şehirle oynanamayacağının anlaşıldığını sanıyorum.

11 yıl önce
"Tertip" değil, sahici bir "şehir hareketi"
İnsaf!
Dağ yürekli adamların büyük seçimine doğru
Demografik dönüşüm
Seçim bitsin, önümüze bakalım!
Yerel seçime ramak kala: DEM, Yeniden Refah ve İYİ Parti