|
“Aşk şerbeti içmeyenleri diri değil ölü gördüm!”

Şimdi referandum, bağımsızlık, barış, savaş, iç savaş, çatışma gibi kelimelerin sultasında ayakta kalmaya gayret ediyoruz. Ama ayakta kalma gayreti toplumumuzun ruhunu hakkaniyet ve adalet ile ihya etme ameliyemize fazlasıyla ket vuruyor.

Bölgemizdeki terör ve savaşı asıl durduracak olan içimizdeki savaşta alacağımız galibiyettir oysa. Çatıştırıcıların oyununa düşmeden, galeyana gelmeden, hak ile batılı ayırmaya, sen ben davalarına yenik düşmeyen şanlı bir direnişle ulaşmak mümkün.


Barışın selametle ilişkisini idrak etmemizin başka yolu yok. Evlatlarımızı, sevdiklerimizi, komşularımızı yaşatma savaşı, kendi benliğimizi yok bilme savaşından; büyük cihaddan geçtiğimiz oranda kazanılabiliyor.

“Sen çıkarsan aradan, kalır seni yaratan” sözünün hoş bir kafiye olmaktan öte, anlam katmanlarında gezinmeyi göze alanlar için. Varlığın hak ile kaim olduğunu ispat edip hakka hamdüsena kılan aşıklar için, elbette “Allah vardı ve O’nunla birlikte başka bir şey yoktu” sözünü ispata “elan böyledir” diyen bir Ali gerek olmaya. Anın şahidi.

Yani diriliş dediğimiz; direniş sosyolojisinin ötesinde içten dışa ve içe, hudutları benlik ile yokluk arasındaki gayretle kısalan ama asilikle uzayan bir mesafede. Biz ise ayetteki tabiriyle “iki yay arası, hatta daha da yakın” olmakla yükümlüyüz. Aşk ile belî demişsek!

***

Diriliş ve medeniyet panellerinden birinde, Elmalı’daki sempozyumda konuşmacıları dinlerken ölüp ölüp diriliyordum. Ne olur bu beldeyi dirilten canların (Vahip Ümmiler, Sinan Ümmi ve Niyazi Mısriler, Ziyai’ler, Matlai’ler, Süleyman Hakikîler vs) ehli tarafından dilimize aktarılmış divanları seven gönüllere ulaşsa. Bütçe sorununu, ikbal perdesini, menfaat ve ticaret örtüsünü aşıp!

Ne olur şu panellerde arada bir kürsüden okunan bu aşk şiirlerinin kudretiyle Türkiye’nin gönlü sayfalar boyu hece hece dokunsa! Ne olur bir iki kişinin ilhamına mana olsa, bir filme, bir divana, çağdaş bir menakıba dönüşse.

Ne olur kendi fikir ve yorumlarımızın, kendi yaklaşımlarımızın, düşünce ve tecrübe dünyamızın ötesinde, benliğimizi bir kenara koyarak, onların sesini yansıtma ameliyle hazırlanmış eserlere / ilahilere (benliksiz ben makamından söylenen nutk-ı şeriflere) ulaşma konusunda kurumsal benliklerle filan karşılaşmasak.

***

Sempozyum boyunca, “bizdeki diriliş / ba’su ba’de’l mevt yani ölümden sonraki diriliştir” çerçevesinin içindeki anlam katmanlarına fazla girilmedi, sosyolojik ve etimolojik manalarda ise epey derinleşildi. Derken son derece içli / hakiki iki konuşma dinledim bu mealde, hepimize emanet aşk şahitliğini hatırlatacak olan! 15 Temmuz gecesi şehit düşen Muhammet Oğuz Kılınç’ın ailesinden.

Vatanı için canını feda edenler, külli vücud ile bütünleşti o gece. Bir yıldır durmadan her panelde, hemen her yazıda bir veçhesini açmaya çalıştığım gibi, bir bakıma o gece canını feda etmeye gidenler “vatan biziz” dediler. Tıpkı Mecnun’un Leyla’yı yuttuğu noktada “Leyla benim” demesi gibi. Sen ben / ben sen olması, iki’lerin bir olması noktası. İki yay arası hatta daha yakın! Kavuşma!

Aşk şerbetini içenler belî dediklerini ispat edip hakka karıştılar o gece. Vatan mürşid oldu, uğruna canını verenler de mürid. İşte mürid mürşid ilişkisinin vatan ile şehitleri arasında da yaşandığını göstermeye çalıştığım, Elmalı’nın da dahil olduğu, Niyazi Mısri’nin izini sürdüğüm ve 15 Temmuz şehitlerine dek ulaştığım bir eseri kaleme almayı Rabbim bana da nasip etti demiştim bu yazı dizisinin ilkinde. Dolayısıyla panel boyunca 15 Temmuz sevgilileri ile Elmalı’nın canları arasındaki bağın hakkıyla kurulmasını bekledim.

Zira toplumsal barışın tohumu: Nefsini Müslüman kılan, benliğini terbiye etmiş, yani ölmeden önce kendine bir Hızır bularak şahadetini gerçekleştirmiş aşıkların nefesiyle filizleniyor. Elmalı’nın canları da diğer hak dostları gibi bize Kuran ve sünneti tercüme ederek toprağın altına girmekten önce benliğinizden sıyrılın diyorlar. Ölün ki dirilesiniz!

Bir bakıma “Ölmeden önce ölünüz” hadis-i şerifinin canlı tefsirini yapıyorlar çağlar boyunca. Elmalı gibi medeniyetimizin kültürel havzalarını aşk ile ihya etmeden, yaşantımızın bugününde diriltmeden, vücudumuza yansıtmadan hangi diriliş kemale erebilir?

Kamilin nefesidir medeniyet. Biraz olsun bize bunu tefekkür ettirecek olan, fikir ve düşünce süzgeçleriyle oluşan kavramsal çerçeveler değil, gönlümüzle bizi gerçeğe yaklaştıracak olan, bu canların dilde dirildikçe gönlü ihya eden aşkıdır.

Biz ise bata çıka birbirimizi kuyuya çekme telaşındayız gece gündüz. Direniş / diriliş panelleri düzenlerken bölgede bir bomba daha patlıyor, bir işgal hareketi daha vukuu buluyor. Elmalı’da seyr ü sülukunu çıkaran Niyazi Mısri ne güzel söylemiş: “Dışın içe hayalâtı, için dışa zuhurâtı!”

***

Hakikat ehlinden (gerçek erden / hak erenden) tevhid sırrını öğrenip kendinde ispat edemeyenler diri değil ölüdür. Dirilmesi için iki kere doğması gerekir. Balık suda canlanır, Hızır’ın can suyuyla. Yoksa gerisi ölü topraklar! Geçen yazımda bahsettiğim kadavra medeniyeti!

Medeniyeti Medine’den / nurlanmış şehirden / kamilden diriltiyoruz oysa. Resulullah veçhesinden maşuku görecek işitecek gönül nasip olsun bizlere. Aşk şehrinin sakini olmanın sırrı açılsın nefsini miraç ettirme gayretindeki yolculara. Derken ben... Vahip Ümmi’nin sesi yankıladı panelde:

“Gayb u şehadet alemi manasıdır zikr ettiğim / Evliyanın enbiyanın tuttukları eli gördüm / Ben ondan ayrı değilim vallahi gayrı değilim / Muhammed’in kalb içinde zikrettiği dili gördüm / Nihan eyle ayan etme Vahip Ümmi halk incinir / Aşk şerbeti içmeyenler diri değil ölü gördüm!”

#Hakikat
#Hayat
#Medine
7 yıl önce
“Aşk şerbeti içmeyenleri diri değil ölü gördüm!”
Yalancı gözler!
Düşünce tarzını değiştirmek
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’