|
Gönül sarayında...
“Akan kanın bir numaralı sorumlusu olarak saraydaki sultandır” veya “saray hırsı yüzünden padişah kan döküyor” diye kestirip atanlar bu kendi kendilerine uyguladıkları algı operasyonu sonucu hakikate giderek körleşe dursunlar... Terörü meşru gördükleri oranda barışın dilinden giderek uzaklaşadursunlar... Sana savaş yaptırmayacağız derken ağızlarında barış sözcüğü ile nefret ve öfke dolu olarak savaşa hizmet etmeye devam ededursunlar...

Saray, taht, sultan, padişah... Biraz da hakikatine bakalım bu kelimelerin. Zira ağızdan çıkan her söz, ihtiva ettiği bütün anlam katmanlarını kuşanarak kesintisiz bir zikir gibi yayılıyor kainata. Yok olmuyor.

Saray, aşk şiirinde gönüldür. Gönül, dar ve karanlık bir hücredir. Gönül; nefsi temizlemekle açılır, genişler. Kibir ve kin bu hücrenin kilididir. Bu kilidi kırıp açmak gerekir. Bugün hiçbir entelektüel donanıma veya çok yönlü yorumlara ihtiyaç duymadan kibir ve kin üzerinden saray / sultan benzetmelerini kan dökmek üzerinden kullananların biraz da kendi nefislerinin suretini görmelerinde adalet duygumuzun onarılması açısından epey fayda var.

Kibir ve kin, karanlık ve dar hücrenin kilididir diyorduk. Bu karanlık mekân, Allah'ın nuru ile aydınlanır ve genişler; ev olur. Daha da genişler, aşk ile... Saray olur. Nitekim gönlün genişlemesinin sınırı yoktur. Kainata sığmayan müminin kalbine sığdırılmıştır denilmesinden mülhem: Hakikat de giderek genişler ve onun algısının da üst sınırı yoktur.

Gönül, Yunus'da mahiyeti bilinmeyen ve pahası biçilmeyen bir hazineye benzetilir. Aşk, bu hazinenin bekçisidir. Aşk, erinin gönlü pâdişahın (Tanrı) hazinesiyle doludur. Burada hazine ilahi bilgi karşılığında bir macazdır: “Işk erinün gönli dolu pâdişâhun haznesidür / Işksuz âdem ne anlasun şerî'atun manâsıdur...”

Konumuz saray ve padişah. Bazen de on iki hücreli, yedi pencereli, iki dilberli bir saraydır gönül, Yunus'un dizelerinde. İçinde padişah oturur. Ama bakalım başka neler var... Gönül daha da genişler, şehir olur. “Gönlümüz oldu ulu şâr o şâr gibi ya kanda var” diyen Yunus, daha birçok beytinde aşk ile genişleyen gönlünü mamur ve bayındır bir şehre benzetir.

Yine Yunus'un bir beytinde, can şehri içinde bulunan bir kal'anın etrafı, nefs askerleri tarafından korunan gönüldür. Dost, can şehrini yağmalayıp, gönül kal'asını ele geçirir: “Dosttan yana giden kişi kendözinden geçmek gerek / Dost yağmalar cân şehrini alur gönül kal'asını...”

Gönül mülkü 'dost' tarafından yağmalanmıştır. Yağmalanan mülkte tahribat, yangın ve sıkıntı meydana gelmiştir. Bu yağmacı, aşk derdi çekenden başkası değildir. Evet, gönlün sultanı, kendini yağmalatmak içindir. Fakat onu yağmalayacak olan aşıkların 'gizli hazine'nin nerede olduğunu bilmesi, en azından onun peşine düşmüş olması gerekir. Bu da aşıkların işidir. Niyazi Mısri de şöyle der: “Sevdim seni hep varım, yağmadır alan alsın...”

Fakat gönül paslı olursa içindeki sultan görünmez. Hakikatini ve iç yüzünü görebilmek için: Gönül mülkünü temizlemek gerekir ki bunun için de rahmet suyuna ihtiyaç vardır. “Sûret nakşın gidermekle gönül mülki temiz olmaz / Akar rahmet suyı çağlar gönül kirin yuyan gelsün...” Der Yunus Emre.

Askerin düşmanları temizlemesi gibi aşk, gönüldeki tabiri caizse 'dünyaperestliği' temizleyecektir. Yani hilekarlığı, yalancılığı, iftiracılığı, hırsı, sen ben davalarını, kim haklı kim haksız çekişmelerini...

Aşk şairlerine göre yaşadığımız evi nasıl temiz tutuyorsak, dostun evi olan gönlü de öyle temiz tutmalıyız. Temizlenip paklandıkça, kir ve pasından arındıkça gönül evi, gönül sarayına benzemeye başlar. O halde gönül, önce bir ev gibi imar edilmelidir. Her evin bir sahibi olduğu gibi gönül evinin de bir sahibi vardır. Gönül, evin sahibini bilmekle yükümlüdür. İlahi bilgi, arifin / veli'nin / dostun / Hakk aşığının gönlünde tecelli etmiştir ve irfan, ariflerin gönüllerinden neşredilmektedir.

Şuraya vardık nihayetinde: Kainata sığmayanın sığdığı gönül, Hakkı bilenlerin gönlüdür. Tevhid ehlinin. Aşık ile maşukun bir olduğu o vücudun sırrını paylaşanlar daha ziyade suskundur. Çünkü her sırrın kendine ait bir dili vardır. Yunus gibi, Mevlana, Mısri (ks) gibi aşk şahitleri divanlarında kullandıkları işaretler ve mecazlar ile bu sırrı paylaşırlar. Gönülden gönle yol olduğu için, bu da kimi zaman sözsüz ayet gibi kelimeler olmadan okunulur, işitilir.

Aslında vahyin hakikati her birimizin gönlünde nakşolunmuştur. Fakat bilmeyiz. Körleşmişizdir. Örter dururuz. Bizzat kendimiz oluruz en büyük perde. İşte bu idrak derecesidir birimizi diğerimizden ayıran.

Gönül evi aşk askerleri tarafından yağmalanıp, istila edilirse... Gönlün, Yunus'un ifadesiyle, sultanın tasarrufunda bulunan bir mülk olduğu da idrak edilir. Çünkü gönül Çalab'ın tahtıdır. “Gönül Çalab'un tahtı gönüle çalap bakdı / İki cihân bed-bahtı kim gönül yıkarısa...”

Anlamamız gereken kısaca şudur: Gönlün saraya ve tahta benzetilmesi, sevilenin padişah olarak düşünülmesindendir. Sevilenin saraylara layık olmasındandır. İmdi, içimizde ne oluyorsa, başımıza da o geliyor. Mısri'nin dediği gibi bu; “dışın içe hayalatı, için dışa zuhuratı”dır.

Keşke, sarayı gönül hudutlarımızın dışında bırakmaya çalışanlar ve nefret objesi haline getirilen kişinin şahsına mal edenler: Bu yakıştırmalarının nefislerindeki mânâsına da biraz eğilebilseler...
#Yunus Emre
#gönül sarayı
#terör
9 yıl önce
Gönül sarayında...
X’e kısıtlama an meselesi
Musevî bir yasadan Kızıl Düve miti üretmek
Sosyal çürüme yazıları 2: Her türden bağımlılıklar cumhuriyeti
Bir bu eksikti...
IBAN veren esnafın katli vacip mi?