|
Gönülden gönüle... İnsandan insana...
İbn Arabi'nin düşüncelerinin kuşatılması çok zordur diyerek bunun nedenlerini geçtiğimiz günlerdeki yazılarından birinde ifade eden Ömer Lekesiz'in sözlerine katılmamak mümkün değil:

“Ancak ondan gereğince beslenebilmemizin yolu da kendi istihkakımızın, istidadımızın bilincinde olunarak zorlanmasıyla mümkündür. Bunu samimiyetle yapanlara onun kendisini açabileceğini, kasıtlı davrananlara ise sapmaları yönünde etki edebileceğini tahmin etmek hiç zor de olmasa gerektir.”

İşte elimde olmadan beni yine kendi sahasına çekti bu cümleler. İbn Arabi ve onun gibi Hak dostları insanlığa vahyin tercümanlığını yaparlar. Ve bunu bilgi ile sınırlamak yerine, canlı söz misali yaşayarak, yaşatarak... talip olanları kendine çağırırlar. Kendinden kendine... Arzuların tercümanlığını... yaptırır dururlar. Ne zaman ne mekan ile sınırlıdır onların çağrısı.

Kavramlarla ve tanımlamalarla tasavvuf üzerine konuşacak yetkinlikte asla olmadığımdan, yine de hak dostlarından akseden bir ses veya soluğun içine dalmanın şevkine kapıldığımdan.. Bir tür eşlik etme arzusu duydum.

“Dolaştım Allah'ın beldelerini, Doğu'daki, Batı'daki / Belki bulurum diye bana uygun birini / Gördüm yalnızca tek bir sevgili o zaman / Gölge gibi gitmek gerekiyordu onun ardından...” Diyen İbn Arabi (ks) bugün ateşten ekranların içinde kaybettiğimiz yüzümüze kimi zaman ayan beyan haykırıyor gerçeği. Kimi zaman onu kat kat örtülerin ardına saklıyor, kimi zaman da hayatın gerçeğini bize bugünkü canlı bombaların çekilen piminden işaret ediyor.

Yıkarak, kan dökerek, mazlum olarak, sevilmeyerek, haksızlığa uğrayarak da... İçindeyiz hakikatin... Dışarıda bir şey yok. Gayrı yok. İçimiz ile dışımız bir. Döndüğüm her yüz, O'nun yüzü. İbn Arabi'nin “Sevgilinin adı işte bu, sen bilmesen de...” dediği... Ancak aşk ve irfan ile... Zevk ile... İçinden içilen!

Bizim aşk dediğimiz bugünün küresel dünyasında nefsin sınırlı terimlerine hapsedilen bir tüketim biçimi. Tanıtımı yapılıyor, pazarlanıyor, satılıyor, kiralanıyor. Sende sana ait olduğunu sandığın müstakil olarak mevcutmuş gibi algıladığın, Haktan bağımsız bir şey olabilirmiş gibi kendine izafe ettiğin... Ne varsa... Vermeden... Aşkın virdi yazılamıyor.

Vermek; ta ki döktüğün kanının, canının dahi sana ait olmadığını anlayacak kadar... Böylesi bir vermek... sevdiğinde, Hakta fani olana dek... Vird-i aşk!

İmdi sıfatların, fiillerin O'nun olduğunu idrak etmeye nasıl başlanır? Elbette okumak yetmiyor. İnsandan insana... Resulallah hakikatinin temsilcisi olanların manevi rehberliğinde emaneti almaya ehil hale gelene... İnsanlığına vasıl olana aktarılan emanet... Gizli hazine...

İşte İbn Arabi satır aralarında biz okurların idrak seviyesine göre kimi zaman çok derine, kimi zaman da neredeyse toprağın üzerine yerleştiriyor hazineyi... İdrak arttıkça, vücudda bunun ispatı gerekiyor, gerekecek.

Yıkımlar artıyor, artacak. Hafriyatı toplayıp kaldırmak gerekecek. Sendeki su, hava, ateş, toprak... Ruh üflenene dek... Yoğrulmaya devam ediyor. Dört duvar yıkılacak, yapılacak. Musa da olsak, bildiğimizi sandığımız ne varsa, başka türlü bir bilmek de mümkünmüş diyene dek...

Bunu idrak edene dek... Kabe'deki putların yıkılması gibi... Kendine ait sandığı her şeyle sınanacak hakikate talip olan. Kendine ait zaafların, kötü huyların değil sadece: İyi huyların, başarıların, övündüğün maharetlerin de elinden alınacak... Onların da sana ait olmadığını kanıtlayana dek...

Bir Hızır gerekiyor nihayetinde bütün Musalara. Gemiyi asasının sivri ucuyla delecek, nefsini boğacak, gizli hazineyi gösterip üzerini örtecek... O yüzden her gördüğünü Hızır bilmek, müthiş bir ipucu arzularına tercüman arayanlar için.

Bugün vermek yerini almaya, dolmaya, doldurmaya, tıklım tıklım olana dek nefsi obezleştirmeye hizmet ediyor bir ilişki biçimi olarak kodlanan aşk. Aşkın talipleri değil müşterileri var. Belki o yüzden, irfansız aşkı kutsuyor gündelik hayatın dili. İrfansız aşk, tabiri caizse şeriatsız dine benziyor. Bir felsefeye, düşünce biçimine indirgenmiş, vücudunda ve yaşantında ispatı olmayan...

Ve tabii insanı içindeki ümmete de daldıramıyor böylesi aşk. İslam ümmeti ne halde diye her serzenişimizde, içimize dönmenin vakti geldi, geçiyor. Benlik lekelerini sildikçe derinlerdeki inciye dalıp çıkarabiliriz ancak. Hz. Peygamber'in (sav) nefsini ümmet kılmasının anlamlarıyla...

Gönlümüzün gerçeğini bize canlı sözleriyle işittiren İbn Arabi veya geçtiğimiz haftasonu gittiğim aşıklar ve maşuklar diyarı Elmalı'daki hak dostlarının divanları şu kan çanağının içinde bize Kur'an ve sünnetin canlı tefsirlerini sunuyorlar. Ömer Lekesiz'in samimiyet ile kasıt üzerinden koyduğu kıstası kanıtlarcasına: Niyete göre daima açılışlar, kapanışlar oluyor, olacak.

Kur'an'la ikiz olanlar aşk sözcüsü değildir. Alıntı Müslümanlığından yaşantı Müslümanlığına geçebilmek, kamil bir imana, güzel ahlaka erebilmek... Kesintisiz bir yolculuk ki ancak: Gönülden gönüle... İnsandan insana gerçekleşiyor vesselam.
#İbn Arabi
#Vird-i aşk
#Musa
9 yıl önce
Gönülden gönüle... İnsandan insana...
Kavala onlar için neden bu kadar değerli
Kara dinlilerle milletin savaşı
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’