|
Hayat ve sanat vakfı

“Yaşlı bir Hintli çiftle konuşuyoruz. Budist iken Müslüman olduklarını anlatmaya şu sözlerle başlıyorlar: Gençliğimizde mistik bir grup bizi davet ettiğinde, bize katılın istediğiniz gibi yaşayın demişlerdi. Katıldık ve istediğimiz gibi yaşadık. Ama zamanla bu sözün bir kıymeti olmadığını fark ettik.


Neden?

İnsan sadece kendi istediği gibi yaşayacak olduktan sonra, hayatın anlamı var mı?

Yok mu?

Yok. Kendimi kendime kilitler kalırım. Ötelere bakamam. Ne başka insanlara, ne başka alemlere.”

Bu alıntı Ateş ve Bahçe adlı romanımdan. Anadolu’ya ve bu topraklarda iç içe geçmiş sayısız kültüre, ritüele, efsaneye, değişen yeni hayatın ironisiyle bakarken, sayısız dertli dertsiz insana, inanışa ve kıssaya bir ağıt niteliğinde. Belgesel çekimi için aylardır yollarda iken kadın kocasını bir tünelde kaybeder. Ve onu ararken hemen her taşa yüzü kazınmış Meryem’den yüzü saklı Hz. Muhammed’in hakikatine söyleşilerden anılara, geçmişten geleceğe bir belgesel yolculuğu yapmaya başlar.

Bayramdan sonra yayınlanacak olan Ateş ve Bahçe adlı romanımın yeni baskısını hazırlık için yeniden okuyorum bugünlerde. Avrupalı Müslümanlarla mülakat bölümünden alıntıladığım bu bölümü okurken gönlüme geliverdi yıllar sonra bu başlık: Hayat ve sanat vakfı. İzninizle biraz açayım.

“Takıl bize hayatını yaşa” diyen onlarca şeyh, mürit, tarikat, guru olduğu gibi bugünün maneviyat ihtiyacını gidermeye yönelik sayısız maneviyat davetçisi var ve müşteri portföyünü geliştirmek için durmaksızın mesaideler.

Kişisel gelişimciler, farkındalık’çılar, anı yaşa’cılar, sohbet’çiler, çakra açıcı ve yoga’cılar, biyonerejiciler, feng şui’ciler, sağlıklı ve bilinçli beslenmeciler, nelepe’ciler, vücut bilimciler, beden dili el ve ayak bilimciler, guru severler, hobi severler, alternatif yaşamcılar...

Ölümü karşılama biçimimiz farklılık taşısa da yaptığımız yolculukta sonsuz kez kesişiyoruz birbirimizle. Nasıl bir yolculuk sizinkisi ey bugünün maneviyat müşterisi diye sorulduğunda el cevap aynı kabaca: “Çok zevkli, çok keyifli, süper, müthiş, inanılmaz!"

Evet ne arıyorsan, aradığında varolursun. Nefsini sana kilitliyor aradığını onda bulmak. Çünkü nefsini tatmin için yaşamanın üst sınırı yok. Zevkin içinde zevk, keyfin içinde keyif var şüphesiz. Lakin sorun şu: Nefsini doyuracağım derken gitgide tatminsizleşiyorsun!

***

Hintli çiftin yıllar sonra hayatlarını yaşamaktan anlamsızlığa düşmeleri tam burada devreye giriyor işte. Kendini vereceğine, kendini vakfedeceğine, her şeyi kendine almaktan egon şişmiş, obezleşmiş. Ruh içeri kaçmış, başkalarında kendini göreceğine, kendinde başkalarını bulacağına, hepsini bir’leyeceğine tam tersi olmuş. Milyon milyar parçacığa bölünüp, birbiriyle olan ilişkisini yitirmişsin.

Her yaptığın benliğine izafe edilen bir projeye dönüşmüş giderek. Bir tür performans kriterinden ibaret olmuş keyifli hayatın!

Rıza ve gönül parametrelerinden bihabersin. Tabii bu da başarıya odaklamış seni. Başarı da rekabetle elde edilen yegane mutluluk. Rekabet mi? Elbette her seferinde nefsine kilitliyor seni. Benliği şişiren, egoyu tavan yaptıran, hormonlu bir nefis ile yeryüzü podyumunda dolanan kibir mankenleri olup çıkıyorsun.

Ego defilesi!

Altı yıl önce hacca gittiğimiz günler Nevada çölünde her yıl düzenlenen Burning Man festivaline denk gelmişti. Koskoca demirden bir konstrüksiyondan yapılmış ‘Ego’ adlı dev bir tasarım, kumların ortasında alevler içindeydi. Evet cidden bu etkileyici performansı izleyenler etrafında dönüyorlardı tutuşa tutuşa egonun.

Biz de Kabe’yi tavaf ederken, müminin gönlüne kainatın sığması ne demektir, tefekkür etmeye çalışıyorduk kıvılcımlar içinde. Yine çölde. Yine alev alev. O zaman fark etmiştim. Nefsin ateşi ile aşkın ateşi nar ile nur gibiydi.

Bir ateş öldürürken diğeri diriltiyordu. Benliği yakan aşk ateşi olmalıydı ancak. Nefsinin isteklerini yaptığında değil, meşakkate katlandığında yani nefsinin istediğini yapmadığında dirilmeye başlıyordun. Diri olmak cesede değil cana ait bir sırdı.

***

Kendin için yaşamak seni benliğine kilitleyen bir yanılgı. İnsanın kemâli, hak için yaşadığının idrakiyle mümkün. Her eylemimizin bizi bizden öteye taşıyan boyutunu fark etmekten bahsediyorum. Sahih amel!

Bu toprağın mayasındaki Yunus’ların ben’i içindeki ben’i, bu irfani sesin izdüşümü elan duyulmaktadır, bütün o maneviyat davetçilerinin gür sesine rağmen. Bu yüzden birbirini Allah için sevenler her eyleminin O’na bakan yüzünü görür. Nereye dönse O’nun yüzünü...

Zira neyi biliyorsan onu görürsün. Sevgilisi için güzelleşen aşığın zevki, hakkın işini yapmanın şuuruyla, ibadet zevkine döner.

İşte böyle. Hayatı O’nun en güzel sanatı olan insan gibi yaşamak marifet istiyor. Hayatın sadece keyifli değil, tatmin edici olması ancak böyle mümkün. Aşk ile kendini yaptığı işe adayan, her yaptığını hakkın işi olarak yapmaya gayret eden, sövmesi gerektiğinde muhatabını bilerek öfkelenen, mağlup da olsa galip de olsa nefsine değil hakka izafe eden, benliğinin parmaklıklarından kurtulmuş, hür, kendi kendine yeterli... Olan insan: Hazâ vakıf insanıdır vesselam.

Mülkü sahibine hemen şimdi vermek lazımdır. Velev ki canın olsun. İşte hayat ve sanat vakfının anayasası, madde bir!

#Mülk
#Ego
7 yıl önce
default-profile-img
Hayat ve sanat vakfı
İnsaf!
Dağ yürekli adamların büyük seçimine doğru
Demografik dönüşüm
Seçim bitsin, önümüze bakalım!
Yerel seçime ramak kala: DEM, Yeniden Refah ve İYİ Parti