|
Kıyısız okyanusun dalgıçları
Evimizi saray, sarayımızı gönül, gönlümüzü sultan kılmış biri var mıdır? Ol tahtını göz açıp kapayana dek getirmiş midir bize? Hatimden hatime devam ederken, mushafın yapraklarını hızla aşındırırken, kim canlı Kuran etmiştir bizi cüzz cüzz? Arzı da arşı da istiva eden nurdan kendi payımıza düşenle kim buluşturmuştur bizi?

Kurumuş dudakların kadavra kokan çatlaklarında, şu Yesrib dumanları altında hangi sözlerin canına kurbanız? Hangi yüksek ilim müessesesi, hangi resmi kurum gönlümüzün semalarından indirmiştir nurunu?

İnsan benim sırrım, ben de insanın sırrıyım, dersin parlak gözlü bir ceylana! Koşar kaçar, kaynağından çeker suyunu, dokunamazsın. “Şâh oluban oturur kula buyruk tutdurur / Fermânı buyurur küfr-i fermân içinde...” Der Yunus. Hakikatini nasıl, nereye, hangi viranelere gizlemiştir! Nice inkâr ateşlerinde bahçe gizlidir, şırıl şırıl akar ceylanların pınarını, duyamazsın!

“Terinden / derinden açar güller Muhammed...” Dediği Mısri'nin... Bilgiyi nefsinden geçirmeye bir davet olur talipler için. İlmini kendinde, eşyada, Hakk'ta ispat etmeye... Güzeli güzelde görmeye bir çağrı. İşitmek için yaren olmaya hangimiz niyet ettik? Habibinin terinden bir gül koklamak için... Şu trafik işaretlerinin arasında yön bulmaya çalışırken... İnebiliyor muyuz yokuşun en dibine; gizli hazineye?

***

“Leb-i la'l-i dehânın ma'denidir / Lisânın vahyi Hakk söyler Muhammed.” Diyen şair, bize zerreden küreye her şeyin övdüğü, methettiği olmanın ağır yükünü getiriyor, kanıyla, canıyla taşıyor onu omzunda. Bizler fazla yorulmayalım diye, senin yükünü kendi sırtlanıyor, benimkini de.

Onun lisanı bizi ilgilendirmez deyip geçiyorsun. Resulullah hakikatini kim temsil ediyor, kim etmiyor? Ayrımına varmak için inmeden mânâya, itibar etmeden yaklaşmaya... İşitmeden, işittiğini sanarak...“O bilmez, şu anlamaz, bu mu insanları dine sokacak” diye 'ben oldum' imasında dava içinde davalar icra ediyorsun bıkıp usanmadan. Mana içeri kaçınca bunca dava içinde... Aldırmıyorsun.

Talip olmanın titrek alevinde od'unu bekleyen odun kadar aşka düşmedin ki, kendi külünden kıyam etmeye... “Sayru olmış iniler Kuran ünini dinler / Kuran okuyan kendi Kuran içinde...” Nasıl bir canlı şahitlikse bu! Kuran'la ikiz olan canların sırrı kime emanetse!

Hakkın gören gözü, işiten eli, konuşan dili olmanın idrakinde neredeyiz ki, Hakta fani olmuşlara dil uzatıyoruz, bir kez bile işitmeye talip olmadan cümle dillerden hitabın bize olduğunu! Hangi niyetle nefsimizi sorguya çektik de “ölmeden önce ölünüz” buyruğundan sonra ol sultanın gönlünde doğabildik?

Şimdi din bilginliğinde kenar süslü benliklerimizi sergiliyoruz. Gemiyi deldirmeden ummana karışmak, yıkılmadan yapılmak, Hızır'la yolculuğa katlanma gereği duymadan Musa olmak... Neresindeyiz ledun ilminin? Güzel ahlakın tamamlanışı kitap sayfası çevirmekten, ilim derneklerinde konferans vermekten, şeklî uygulamalardan ibaretmiş gibi! Sedefi içindeki inciyi en dipte bulanlar kıyısız okyanusun sürgün yemiş dalgıçlarıdır, farkında dahi olmazsın.

Kayıp şehrin şakaklarında, tozlu topraklı emeller arasında gül yetişir mi, evet elbette. An'da büyüyor tohumu hakikatin. Güzel söz gibi yükselecektir güzel koku buram buram leş kokan ızgaralarımızdan. Her ter damlası, bir gül yaprağı olacak. İçimize çekeceğiz. Ol nefesin içindeyiz elan. Canımızla ilgili bir sır bu, ama cesedimize rehiniz sabah akşam.

Hz. Ali, Efendisinin (sav) döşeğine uzanmış ve öldürülmeyi göze almıştır hicret günü. Hazreti Peygamber de Ali'ye kızını vermiştir. Eti etimdir demiştir. Aşık, sevdiğine şirk koşmaz! Ölür ve aşk olur! Nefsin, namusun, kanın, canın... Onundur onu görebildikçe, içerden dışarı, içeriye... “Görmediğim Allah'a inanmam” sırrının katmanlarından bir perdeyi kaldırabildik mi enfüs'ümüzden afak'a? Gösteren kimdir o güzeli bize? Bir kez olsun gül! Bir tebessüm miktarı! Dikenini değil, gülünü sula. Bir kez olsun!

Aşk ve irfan tohumlarının atıldığı şehirleri inşa etmek için alnını koyduğun yeri mescit kılmak gerekiyor. Goncadan güle hicret terlemeden olmayacak. İçimizdeki Hira'nın yokuşu sarp. En uzak mescidden en mahrem olanına varmak, ev edna'yı bulmak... Bunun için samimiyetle çabalayanlar gece yürüyüşüne kalkacak bıkıp usanmadan. Ol Medine'nin ışıklarıyla değil, nuruyla kamaşacak gönüller.

***

Sadakat, tevazu, bağlılık... Ah o bağlılık! Manevi silsile, ezelden ebede... Yaşayanlar eliyle Resulullah üzerinden birbirine bağlanırken... “Öyle ilim vardır ki onu ancak marifet ehli bilir, gizlenmiş mücevherat gibidir” sırrına toplu varılamayacağını, hiçbir cemaatin İslam'ı en iyi biz temsil ederiz diyerek irşad makamına varmadığını...

Kesintisiz bir ırmak gibi aktığını evvelden ahire insan sırrının... Emaneti devralmaya mahir olanın; emin sıfatıyla onu tuttuğunu, döküp saçmadan taşıdığını, ehline teslim ettiğini... İrşad olanın cemaatlerin nefsine değil, kainatın tekâmülüne hizmet vermeye hazırlandığını... Ümmet mânâsı eksik kaldığında, bunun cemaatlerin nefsine hizmete dönüştüğünü...

İbn Arabi'nin Füsus'unun bir daha yazılmayacağını, herkesin kendi Füsus'unu yazmakta olduğunu... Hiçbir şeyin tekrarı olmadığını... Veli isminin de diğer tüm esma gibi kesintisiz olarak tahakkuk etmekte olduğunu... Hakikat erinin kendinden menkul benliği olmadığını, kendi nefsinden söylemediğini... Resulullah tasdikli temsiliyet makamındaki Zat'ın; Hakkın gözü, kulağı, dili, eli olduğunu... Hz. Peygamberin (sav) “Allah'ı seviyorsanız bana itaat edin” sözünün –ki ayettir- her devirdeki gerçek erler tarafından canlı tefsirinin yapılmaya devam ettiğini...

Velhasıl; “Bir gonca için saklanır altında nice nîş bir şâh-ı cihânın sonudur medfen-i derviş / Aşkdan mahrûm olan âhir kalır mahrûm-ı nûr / İhtiras içre kalırsan nur zulmetdir sana.”
#Kıyısız okyanusun dalgıçları
#Hatim
#Sadakat
#tevazu
#bağlılık
8 yıl önce
Kıyısız okyanusun dalgıçları
Tevradî bir mitin Kur’anî bir kıssa ile tashihi
i-Nesli anlaşılmadan siyaset de olmaz, eğitim de…
İç talebe ilişkin öncü göstergeler ilave parasal sıkılaştırmaya işaret ediyor!
Enerjide bağımsız olmak
Târihin doğru yerinde durmak