|
Selam verenlerin iç barışı
Sabah erken hızlı hızlı yürüyordum. Karşımdan yine hızlı adımlarla gelmekte olan hanım gür bir sesle “Selamün aleyküm” dedi. Bir an göz göze geldik, ama hızla geçiştik. “Aleyküm selam” dedim duyurmak istercesine bağırarak. Sonra dalından havalanan kuşlara baktım. İçimde bir neşe belirdi, bu kan çanağının ortasında.

Allah'ın selamının herkesin, her şeyin üzerinde olduğunu görür gibi bakıyorsun bir an otobüslere, koşuşturan insanlara, usul usul yaprak dökmekte olan ağaçlara, köpeğe, kuşa... Evet, insan kendini iyi hissediyor. Güvende hissediyor. O selamı aldığında... Sanki alemlere ikram oluyor.

Barış yalnız kavgalılar arasında değil, yalnız devlet ile eli silahlı örgüt arasında değil, bir o kadar da şu dal ile kuş arasında, şu kadın ile benim aramda... Velhasıl her şey ile her şey arasındaki görünmez ama hissedilir bağda mevcut aslında. Bunu göremeyen biziz. Benlik lekelerinin ardında, semirmekte olan egoların gölgesinde, eğri bakışlarımızın caydırıcılığında... Elbet savaş oluyor barışın adı.

Bir de hemen her gün sanal alemden bana dek ulaşan barış bildirileri var. İdeolojik önermelerle, kim başlattı teraneleriyle, uzun zaman çözüm sürecine karşı durmuş olanların barış çağrıları gönlümde bu sabah bana “selamün aleyküm” diyen kadınınki kadar saf bir gerçeklikle tınlamıyor.

Barışı şimdi tekeline almış görünen ve fakat yıllardır sürdürülen barış ve çözüm sürecine hep takoz olmuş ideologların kaleminden çıkan sabah akşam hüküm cümleleri, yargısız infaz sözcükleri, şahısları hedef alan yakıştırmalar... Sanki terörün iç sesini dışa vuruyor. Böyle demiştim önceki yazımda. (Bkz: Buralı olmak). Bizi çatıştırmayan bir dilin içten içe her daim konuşulduğu burada... Kesintisiz devam eden barış ruhunun iç anlamlarına ve manasına daha geniş bakmak arzusundaydım. Acizane, burayı seven, buranın nefesini içine çekmekten mutluluk duyan insanların kendi hayatlarını ve çıkarlarını buranın ' külli ruh'unda eritebilenlerin seçiminden bahsetmeye çalışmıştım.

Onların sosyolojisini ve bugünün ruhunda nasıl dillendiklerini keşfetmek için ilk bizzat kanaat önderleri, aydınlar ve yazar çizerlerin anlama ve yaklaşma çabasında olmayı hatırlaması gerekiyor. Ve hayatın içine, dip akıntılarına, insan yüzlerine ve tavırlarına odaklanmayı...

Yoksa şahsi karalamalar ve yargısız infaz cümlelerine dayanan yaklaşımlarıyla kendi nefislerinden birer suret büyütüyorlar daha ziyade. Hal böyle olunca burayı severek bakanların yaklaşmasıyla nefret ederek bakanların yaklaşması arasında uçurumlar kadar fark oluyor.

İçinden sevdiğin sürece dışından sövebilir, eleştirebilirsin. Fakat içinden nefret ettiğin sürece dışından tek yaptığın iftira ve karalama oluyor. Barış bildirilerine imza da versen, zulme hizmet etmiş oluyorsun.

Evet içinden sevmek gibi bir özellikten bahsettik. Bizleri çatıştırma hevesinde olan aktörlere rağmen, elan bir iç savaş çıkmadıysa, bunu daha ziyade sihirli bir simyaya bağlamıştım: İç içeliğimizin karmaşık sırrına. Sözsüz de olsa toplumsal gündelik hayatımızda giderek daha yetişkin bir edayla paylaşıyoruz iç içe geçen hayatlarımızı. Bu da ikinci bir özellikti.

Dolayısıyla üçüncü bir özelliğe daha geliyoruz: Burası için bir şeyler yapabilme arzusu. Zulüm anında kendi hayatını ortaya koyma cesareti. Bu tabii bir ölçüde tefekkür ve irfan geleneğimizdeki “canım sana feda olsun ya Resulallah” yaklaşımının maneviyatından ileri geliyor.

Kimileri bayrak, vatan, toprak gibi hamasi söylemlerin kudsi atfedilmesi diyerek bu anlamın metafiziğine hiç yaklaşamadan alaycılığa başlıyor. İşte o zaman buralı olmanın zor zamanlarda kendiliğinden ortaya çıkan yüzüne biraz daha odaklanmak gerekiyor, kayda geçirebilmek için. Zira bu yüz bize çok şey söylüyor. Sessiz ayet misali, okunması gerekiyor. İçimizde ve dışımızda.

Güneydoğu'da veya Batı'da atılan kurşunların, kurulan hain pusuların, patlatılan gencecik canlı bombaların durdurulmasını sadece kendi evladı askere gidecek diye değil; insanlık ve adalet için isteyen ve bu uğurda elini taşın altına koymaktan çekinmeyen ortak bir ruh halidir bu öncelikle. Nefsinin rızası için değil, herkesin adaleti için zulmün durmasını istemek.

Canlı bomba olup vücudunu patlatmak kaydıyla masumları öldürenlerin, yani bu amaçla hareket edenlerin nefsin rızasına (örgütün, ideolojinin, dağın vs...) teslim olduklarını görenlerden bahsediyorum. Onlar; kandaki ezeliyet sırrını bilenler... Ve canını verip cananına kavuşmaya şahitlik ederek her dem diri olmanın anlamını bilenler... Buralı olmanın ruhunu kesintisiz biçimde mayalayanlar... Gerçeğe şahit olma arzusunun gerektirdiği mücahadeyi göze alanlar...

Ki: Masumları öldürmeyi değil, gerektiğinde kendi canından vazgeçmeyi öne alan bir şahitlik ruhudur bu. Nefsi için kinle misilleme ve intikam ile öldürmeyi reddeden, aşkı için kendini feda etmeyi göze alan...

Buralı olmanın mayasında bu vardır işte: Döktüğü kanın dahi kendi kanı olmadığını, sahip olduğu hiçbir şeyin, canı dahil, kendine ait müstakil bir varlığı olmadığını, hepsinin Hakk'tan ve Hakk olduğunu... Varlığın bir olduğunu, masumların kanını dökerek gerçeğe şahit olunamayacağını... Ancak kanını, kendine ait olmadığının bilinciyle dökmeyi ve Hakka teslim edip varlıkla bütünleşmeyi göze alanların cana can kattığını...

İmdi bu anlam katmanlarında ben ve tenlerini hiç eşelemeye gerek duymayanlar da elbet burada yaşıyor, yaşadı ve yaşayacaklar. Ama buranın ruhundaki evrensel / ilahi gerçeğin gönüllerini dokumasına, genişletmesine, bitiştirmesine izin vermeden... Alaycılık ve kibirle... Şüphesiz barışın dili, onların iki dudağının arasından çıkarmayı dahi reddettikleri 'Allah'ın selamı'dır ve bunun binlerce anlamı vardır insanlık için. Bayrağa sarılı tabutların başında gözyaşı dökenlerden bazıları buna şahitlik edenlerin selamette olduğunu bilir.
#Güneydoğu
#gündem
#nefis
9 yıl önce
Selam verenlerin iç barışı
Numan Kurtulmuş"un parlayan yıldızını söndürebilecekler mi?
İkiyüzlü dünyanın 200 günü
Garson nereye baksın?
İnsafsız takas!
Erdoğan’ı/AK Parti’yi Kürtsüz bırakma operasyonu…