|
Ege sufileri

Ege sadece efeleri ile değil erenleriyle de meşhur bir coğrafyamızdır. Tasavvuf yolunu açıklayan Anadolu erenleri içerisinde Ege sufilerinin hususi yeri var. Ege insanının derin hoşgörüsünün mayasında bu bilgelerin nefesleri olsa gerek. Aslına bakılırsa il il, köy köy bu zatların bir listesini çıkarmak gerekir ama biz burada sadece bir iki tanesini ve önemli gördüğümüz bazı icraatlarını teberrüken sizlerin dikkatine getireceğiz. Dün İzmir'de Kitap Fuarı kapsamında bu konuda, yani “Dervîşân-ı Anadolu-yı Garbî” konusunda bir konuşmam oldu. Ege'de sufilerin İslam'ına muhabbet ve hürmetin ne kadar büyük olduğunu bir kere daha gördük. Okuyucu kitlesinin nasıl aşırı ideolojik ve politik din dilinden illallah dediklerini, artık manevi, felsefi konularda konuşmak istediklerini defaatle dile getirdiler. Ben de onlara metafiziği ve maneviyatı bilenler yeryüzünü de, idare sanatı dediğimiz siyaseti de iyi bilirler ama tersi doğru değil, yani salt teknik malumata sahip olanların BİLGİ'ye sahip oldukları görülmemiştir dedim. Zaten günümüz Müslümanlarının da en mühim sorunu bence bu materyalizmdir.



Yiğitbâşîlik geleneği eski ticaret ahlakımızda ve hukukumuzda mühim bir mertebe ve rütbe. Fütüvvet anlayışının bir devamı. Yanlış yapan esnafa uygulanacak yaptırımı tatbik edecek kimsenin adı. Manisa'lı Şeyh Ahmed Şemseddin Marmaravi (ö.1504) bu lakaba sahib. Yani Yiğitbâşî Velî. Rivayete göre İstanbul'a gelip ehil olmadığı halde şeyhlik yapmaya kalkan bazılarının başlarından tâclarını çıkarıp Sarayburnu'ndan denize attığı için kendisine bu lakap verilmiş. Pek çok eseri var. Tevhid, Allah'ın sıfatları, muhabbetullah, âlem, tecelli, insanın hakikati, ervah mertebesi, nefis, hikmet ilmi gibi yüksek metafizik konuların işlendiği Câmiu'l-esrâr ve Risale-i Tevhid en önemlileri. Manisa'daki tekkesinde yatıyor. Hakkında Ahmet Ögke tez hazırladı (Bkz. İnsan Yay. İst. 2001).



Aydın, Güzelhisarlı Ömer Hulusi bir diğer Egeli sufi. Küçüklüğünde, bezirgan olan babasının yanında çalışırken isteyenlare, fakirlere, kimsesizlere dükkandaki malları ücretsiz vermeye başlayınca babası tarafından “Sen âlim ol oğlum!” denilerek Nazilli'ye, medreseye gönderilir. Önce zahiri ilimleri tahsil eden Hulusi sonra maneviyat ilimlerine niyetlenir. Bu meyanda Bektaşiyye'ye intisab etmeyi gönlünden geçirir. Hacıbektaş'a Pir Evi'ne ziyarete gider. Orada iken gördüğü bir rüyada Hacı Bektaş-ı Veli; “Oğlum zahmet etmişsin buralara kadar gelmişsin. Oysaki zamanın büyük velisi senin hemen yanı başında idi. Nazilli'ye git Şeyh Ali Galib Vasfi'yi bul” der. Genç Hulusi hemen Nazilli'ye döner ve denilen zatı arar. Bektaşiyye'den olduğunu zannettiği bu zatın Halvetî-Uşşâkî yolundan ve de üstelik müftü olduğunu öğrenince şaşırır. Talebesi olur. Kendisinden hem şeriat ve hem de tarikat dersleri alır. Onun vefatından sonra oğlu Şeyh Mehmed Tevfik Efendi'den eksik kalan derslerini tamamlar. Sonra Ege'yi karış karış gezer, isti'dad gördüğü talebelere maneviyat ilminin usulünü öğretir. Turgutlulu Hüseyin Hakkı Baba'yı yetiştirir. İkisi beraber Bayındır'da Ahmed isimli bir talebede bu yola isti'dad görürler. “Talibliğini ben kabul ediyorum ama irşadını sen yapacaksın” diyerek bu irşâda tâlib çocuğu yola kabul eder ama terbiyesini üstlenmeyi Kasabalı Hüseyin Hakkı'ya devreder. Bu sayede bir diğer Egeli Şeyh Ahmed Talib-i İrşadi doğar. Hulûsî Baba muhibb-i ehl-i beyt bir neş'ede nâzenîn-i Uşşâkî yolunda bir kâmil idi. Şiirleri üzerine Mehmet Şamil Baş tez hazırladı (Okur Akademi, İst. 2015).



Bir diğer mühim Egeli, Kuşadalı İbarahim Halveti'dir. İstanbul'a gelip Feyziyye Medrese'sinde zahiri ilimler tahsil etti. Mısır'a gitti. Kavalalı Mehmed Ali Paşa tarafından Sultan'ın casusu diye geri gönderildi. Her kime sorduysa bir türlü tatmin edici cevap alamadığı manasını anlayamadığı bazı âyetleri Beşikçizade Dergahı şeyhi Beypazarlı Ali Efendi'ye sordu. Halveti-Şabani yolundan bir kamil olan bu zatın getirdiği açıklamalar karşısında derhal ona biat etti. Yıllar sonra onun halifesi oldu ve irşad postuna geçti. Kendisine intisap eden zengin bir Bektaşi babasının Aksaray'da kendisi için inşa ettirdiği tekkede bir müddet irşad faaliyetine devam devam etti. Bir gün tekkesinde sohbet etmekte iken kendisine büyük İstanbul yangını yavaş yavaş o mahalleye doğru geliyor diye haber verdiler. Hiçbir şey söylemeden tevekkül içerisinde sohbete devam ettiler. Ta alevler tekkenin çatısına değmeye başlayıncaya kadar tekkeyi terk etmeyen Kuşadalı o andan (1832) itibaren dervişlerine “Haydi artık toplanın çıkıyoruz!” talimatı verir. Fakat bu olay onda büyük bir pedagojik strateji değişikliğine yol açar. Bu hadiseyi bir manevi ikaz olarak yorumlar. “Tekkelerde eski feyz zaten kalmamıştı, bundan sonra seyr ü sülük hususi sohbetlerle devam eder” diyerek yeni bir tekkeye geçmeye veyahut yanan tekkenin yerine yenisinin yapılmasına izin vermez. Bunu da “Elhamdülillah merasimden kurtulduk” sözleri ile ifade eder. Önce Laleli'de sonra Çarşamba'da kiraladığı konakta uygun isti'dadta gördüğü kimselere Hakk sohbeti yaparak irşadını sürdürür. Onun bu uslubu klasik dönem sufi eğitim metodları olan Nazar, Sohbet, Rabıta'yı öne alan ve toplum içerisinde dervişliğini gizleyen melamet bir tavrının yeniden ihyası olarak görüldü. Bu yüzden devrinin müceddidi bilindi. Hepsinin irfanı bizim yollarımızı aydınlatmaya devam eden işaret fişekleridir. Hayatı ve Mektupları hakkında Yaşar Nuri Öztürk tez hazırladı (Fatih Yayınevi, İstanbul, 1982).



Geleneğin bütün irfan ustalarını Ege'den selamlıyorum.


#Ege
#Tasavvuf
#Anadolu
7 yıl önce
Ege sufileri
Memurlar dikkat edin, aşağıdaki durumlar sizin de başınıza gelebilir
İkiyüzlü dünyanın 200 günü
Garson nereye baksın?
İnsafsız takas!
Erdoğan’ı/AK Parti’yi Kürtsüz bırakma operasyonu…