|
Yeni Türkiye’ye tahammülsüzlüğün kökeni…
Uygarlığımız bir noktada tıkanmış gibi gözüküyor. Çünkü son büyük kapışmasından sonra, yani 1. ve 2. Dünya Savaşlarından itibaren görece sakin olan dönemde siyaset, ekonomi ve din alanında bugünkü krizleri ortaya çıkmadan çözecek olan müdahaleyi yapamadık. 2. Dünya Savaşı'ndan sonra dünyanın iki kutba ayrıldığı dönem, olumsuz gözükse de, bu üç alanda adil bir dünya kurabilmenin bütünlüklü yapısını oluşturmuştu.

Yani ABD ve SSCB, teknolojik bir savaşa girmek yerine, başka türlüsünü de tercih edebilir, tahkim olmuş yeryüzü hâkimiyetlerini daha adil bir paylaşım için ortaklaşa kullanabilirlerdi. Bunun fazla iyimser hatta romantik bir yorum kaçtığının farkındayım. Zaten sorun da, bu olasılığın tahayyüllerimizde gerçek olamayacak kadar gerçeküstü kalıyor olması. Demek ki gerçekliğimizde sorun var.

Batı uygarlığı, 2. Dünya Savaşı'ndan sonra, öncesinde olduğu gibi, adalet ve teknoloji özelliklerinden teknolojiye ağırlık vererek raydan çıktı. ABD ve Avrupa dünyası için Osmanlı'dan sonraki düşman komünizm olmuştu. Bir düşmana karşı mücadelenin uygarlıklarını geliştirme enerjisi verdiğini gördüler, ama gelişen uygarlığın teknoloji yönü oldu, adalet değil.

ABD, SSCB'yi Afganistan'a sokmak için Taliban'ı destekledi. SSCB'nin, teknoloji/adalet dengesi ABD'den daha kötü olduğu için bu işgale dayanamadı, çöktü. SSCB'nin çöküşü ile boşalan tehdit merkezine, ABD bizzat desteklediği radikal İslami grupları oturttu. Körfez Savaşı'nda teknolojisini, CNN'de canlı yayında hayranlıkla dünyaya izlettirdi. Taliban-El Kaide ve DAİŞ üzerinden hegemonyasını perçinlediğini düşünürken, aslında adalet kavramından tamamen uzaklaşmasının kendi uygarlığının ipini çekiyor olduğu gerçeğini de unuttu.

İşte “One minute", “Dünya beşten büyüktür", “Mursi'ye darbeyi neden destekliyorsunuz" ya da “Suriye'deki soykırıma neden seyirci kalıyorsunuz" türünden soruların uyandırdığı nefretin kökeninde Batı'nın bu zaafı var. Batı uygarlığı teknolojik bir obez olarak, tek kolu gelişmiş bir ucubeye benziyor gittikçe. Çünkü teknolojiyi dengeleyecek adalet kavramını yitirmiş durumdalar. “One minute" sadece işe gelmeyen bir real politik teklifi olarak değil, Batı'nın nasıl gidereceğini bilmediği bir zaafını hatırlattığı için de nefret çekiyor.

Yunanlıların Helen kültürünün bağrında açtıkları ruhsal boşluk, Roma'yı devralan Batı Kilisesi'nin hakkını çok kötü kullanmasıyla, Osmanlı'nın da adaleti sağlarken teknolojiyi ıskalamasıyla, bu kez aydınlanma Avrupası'nda meydana çıktı. Ruhsal, manevi ve dinsel özünü başta teknoloji kabuğu ile iyi götüren Batı, yüzyıl savaşlarından yanlış bir ders çıkartarak dini bir köşeye bıraktı. İnsanın had, vicdan ve anlam sınırları bürokrasiye veya “sınırsız ilerleme" takıntısına terk edildi.

Oysa kültür değişik, bağımsız parçalardan oluşmuş bir bütündür ve mesela dini bu bütünden ayırdığınızda, diğer parçalar bozulur ve kanserleşir. Adaleti bir kenara atmış haliyle Batı gittikçe barbarlaşıyor. Batı da, Doğu gibi, insan uygarlığı bütününün bir parçası olduğuna göre, aslında yaşanan hepimize dair bir krizdir.

Batı'da olduğu gibi, ülkemizin Batıcılarındaki Erdoğan nefretinin bu türden psikolojik bir altyapısı var. İnananların gücü, adalet duygusu ve hala yaşattıkları manevi değerler büyük hışım çekiyor ve itibarsızlaştırılmaya, çağdışı olarak gösterilmeye çalışılıyor. Bizlerden, “Her şey yolunda, adaletsizlik yok ve bundan başka bir tercih de yok" dememizi bekliyorlar. Ama bu denmiyor ve hala başka türlüsünün olabileceğini varlığımızla ve söylemimizle hatırlatıyoruz.

Üstelik Batılılar kendilerini Doğu'dan ne kadar soyutlasa da, tüm fethedilmişliğimiz ile insan uygarlığının Batı ve Doğu'yu içeren bir bütün olduğunu bizler farkettik çoktan. Ama onlar uygarlığı hala Batı'dan mürekkep zannediyorlar.

Bu anlamda, İslam zor bir görevi yerine getirmek üzere hala ayakta. 21. Yüzyıl, siyaset ve ekonominin yanında, dinin öne çıkacağı bir asır olacak. Çünkü adalet yok, perişan haldeyiz ve adaleti laik dünyada inanca yer açarak, ruh ve bedeni yeniden biraraya getirerek bulmak durumundayız.

Bu manada, aslında Doğu'nun Batı'ya el uzatması gerekiyor. Yine romantik kaçtığının farkındayım. Türkiye ve İslam, Türkiye'nin birliği ve başarısı bu manada da önemli. Batı'nın İslam'ı ya ehlileşmiş ya da DAİŞ gibi karikatür halde görme arzusu, aslında bir zaaf. Bu zaafa karşı direnmek ve adaleti tüm dünya için istemek, bunu yaparken dikotomik tuzaklara düşmemek, orta yolları araştırma zahmetine girmek ve aslında basit bir şeyi yapmaya istekli ve samimi olmak…

Hepimiz Adem ve Havva'nın çocuklarıyız. Sözleşmeye uymadık ve cennetten kovulduk. Sorumluluğu artık üstlenmek, dünyadan Allah'ı sürekli kovarak rövanş alma ergenliğini bırakmak yeterli.

Çünkü cezalandırdığımız aynı rahimden çıktığımız kardeşimiz Habil'dir.
#markar eseyan
#yeni türkiye
#1 temmuz
9 yıl önce
Yeni Türkiye’ye tahammülsüzlüğün kökeni…
Mülâhaza etmek
Siyasetçileri bürokratlara kurban etmek
Musallada bir sosyolog daha… Vehbi Başer’in ardından
Taşkent’in öbür yüzü
‘Korkuluk’…