|
Çileli Hayat – I

Birinci Dünya Savaşı patlak verince ekonomik sıkıntı milletimizin üzerine bir kâbus gibi çökmüştü. Genç Peyami de bundan nasibine düşeni almıştı. Bir yandan para kazanmak için gazetecilik yapıyor, diğer yandan ideallerine ulaşmak için kitap yazıyordu.

Peyami Safa, Nebahat Hanım’la tanışmış, daha sonra da onunla hayatını birleştirmeye karar vermişti. Bir gün Nebahat Hanım’ın ailesinin evinde bir kitaba bakarken Nebahat Hanım adına yazılmış reçetelere rastladı. Reçetede sinir hastalığı teşhisi yazılı idi. Peyami Safa öyle bir yüreğe sahipti ki, Nebahat Hanım’a hastalığını öğrendiğini bildirmedi. Nihayet hayatlarını birleştirdiler ve Merve adında bir çocukları dünyaya geldi.

Gün geçtikçe Nebahat Hanım’ın hastalığı ilerledi, bir süre sonrada felç oldu. Memleketimizdeki doktorlar hanımına çare bulamadılar ve çaresinin yurt dışında olabileceğini söylediler. Bunun üzerine Peyami Safa, çalıştığı gazeteden maaşını gelecek aylıklarına mahsuben avans aldı. Bin bir güçlükle hanımını Paris’e götürdü. Eşi sinirlenince İstanbul’a dönmek istediğini söylüyordu. Peyami Safa’nın ‘Dur! Bir kere teşhis konsun, tedavi için tavsiyeleri alıp dönelim’ yalvarmaları kar etmiyordu. Hanım bazen zıvanadan çıkıyor ‘Paris’e beni öldürtmek için mi geldin?’ diye tutturuyordu. Peyami Safa, bu konu ile alakalı Vecdi Bürün’e şöyle söylemiştir:

‘Yanımda akılla alakalı her şeyini, bütün münasebetlerini koparıp atmış bir kadın. Bu durumda ben ise memleketten binlerce kilometre uzakta yapayalnızdım. Ne yapabilirdim?’

Peyami Safa ve hanımı teşhis konmadan dönmeye karar verdiler. Bu seferde felçli eşinin uçakla gitmesi problem olmuştu. Uçak şirketi hastayı ancak bir sedyede yatması şartı ile İstanbul’a götüreceğini söylemişti. Bunun içinde uçaktan iki koltuğun sökülmesi, sedyenin bu koltukların bırakacağı boşluklara yerleştirilmesi, sedyenin konulacağı yere üç kişilik bilet parası ve koltukların sökülüp takılması için gereken masrafların ödenmesi icap ediyordu. Bu masrafları ödemek kolaydı. Fakat sedyeyi Peyami Safa nereden bulacaktı? Bir eczaneye başvurdu. Onlar da sedye satmadıklarını, belki büyük mağazalarda satılabileceğini söylemişlerdi. Daha önceden de aralıklı taşikardisi olan Peyami Safa’nın bu koşturma sırasında kalbi durdu duracaktı. Kendisinden ziyade hanımını düşünüyordu. Başına bir iş gelirse hanımı ne yapacaktı? Her türlü eşyaların satıldığı yerlere bakmış fakat sedye bulamamıştı. Çaresizlik içinde dostu olan Büyükelçimize başvurdu. O da tanıdığı bir hastanenin başhekimine telefon etti. Başhekim uçak şirketinin sedyeyi geri getirmeyi taahhüt ettiği takdirde bir sedye verebileceğini söylemişti. Rica minnet karşılığında bir sedye bulunmuş, İstanbul’a dönebilmişlerdi.

Eşi gittikçe ağırlaşıyordu. Yatağında bir yandan diğer yana dönebilmesi için başkalarının yardımına muhtaçtı. Baldızı Meziyet Hanım ve bir hizmetçi yardım ediyordu. Daha ağırlaşınca ne olacaktı? Hanımın hastalığı ile ilgilenen Hamburg’da Prof. Pette adında bir doktor vardı. Peyami Safa onun bir çare olabileceğini düşündü. Fakat Paris’te yaşanan olayları tekrar göze alamıyordu; oraya gittiğinde hanımı ‘beni buraya öldürmek için mi getirdin?’ derse hali ne olurdu! Ama başka şansı kalmamıştı, bu yolu denemeliydi.

Eşini ikna etmişti. Resmi muameleleri yaptırdıktan sonra Hamburg’a gelmişlerdi. Eşi Profesör Pette’nin kliniğine yatırılmış, kendisi de bir pansiyona yerleşmişti. Peyami Safa Almanca bilmediği için küçük bir lügat satın almış, onunla idare ediyordu. Sabahları kliniğe gidiyor, hanımının ihtiyaçlarını görüyor, öyleden sonra Hamburg’ta dolaşıyor, pansiyonun kafesinde kitap okuyordu.

Pansiyon sahibinin adı Albert’ti. Yaşlı olan bu adam, az buçuk bildiği Fransızcasıyla Peyami Safa ile konuşuyordu. Genç ve güzel bir karısı vardı. Hanımının yattığı klinikte, disk kaymasından dolayı yatan Reşit adında bir delikanlı bulunuyordu. Peyami Safa’yı tanımıştı; onun yazar ve romancı olduğunu biliyordu. Taburcu olduktan sonra ara da pansiyona gelip Peyami Safa ile sohbet ediyorlardı. Peyami Safa’nın yazar olduğunu Albert ve hanımına söylemişti. Bir akşam yemeğinde, pansiyon sahibinin hanımı Jenni gelip Peyami Safa’nın yanına oturmuştu. Almanca lügat yardımı ile ahbaplıkları başlamıştı. Giderek Peyami Safa’yı yakinen tanımıştı. Jenni ve Albert çiftinin kotraları vardı. Hamburg’un çevresi göllerle doluydu. Bir gün Peyami Safa ile Jenni kıyıdan kotraya binerek ağaçların arasından süzüldüler. Tatlı bir rüzgarla karşılaştılar, sanki o gün güneş dünyayı çok daha güzel aydınlatıyordu. Jenni, Peyami Safa’ya dönerek nasıl bir müzik istediğini sordu. Peyami Safa Beethoven, Mozart, Schuman, Wargner’i sıraladı. Ama en çok Wargner’in üzerinde durmuş, ona lügat ile şunları anlatmıştı:

‘Bizim mehter takımı bir merasim için Viyana’ya gelmişti. Bütün ülkeleri temsil eden musiki takımları, bir askeri birlikle, büyük bir caddede kurulan türbinlerin önünden geçiyordu. Wargner’de dostları ile birlikte türbine oturmuş, farklı illetlerin musikileri üzerinde yorumlar yapıyormuş. Mehter takımının zilli felekleri, Rumeli zurnaları ortalığı bir sesler bayramına

dönüştürmüştü. Atların üzerine yerleştirilen kösler de azametli vurunca, Wargner yerinden fırlayıp bağırmış:

‘İşte benim yapmak istediğim müzik bu!’

Bunun için Wargner’i dinlemeyi tercih etmişlerdi.

Prof. Pette yapılan tetkiklerden sonra, hanımının iyi olamayacağını söyledi. Peyami Safa pansiyona gelmişti; dönüş hazırlığı başlamıştı. Jenni, ona İstanbul’da okumak şartı ile bir mektup vermişti. Peyami Safa, Albert’e gidip durumunu anlatarak hesabını kapatmak isteyince, Albert ayağa kalkıp şaşkın bir tavır takınarak şunları söylemişti:

‘Bunca dostluktan sonra aramızda hesap olabilir mi? Asıl biz size borçluyuz; bunca bilgiler, güzel sohbetler ne ile ödenir?’

#Osmanlı
#Peyami Safa
#Türk Edebiyatı
7 yıl önce
Çileli Hayat – I
Alevilik ve kutuplaşma
Susuz Yayla"nın suları
Kara dinlilerle milletin savaşı
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek