|
Hüzünlü düşünür ve itidal feraseti...

Yeri, yurdu bellidir. Arayan hemen ulaşır. Biliriz ki hep oradadır.

Bir insanlık nöbetinde dimdik ayakta sebat eder.

Fikri kadar ruhu da teyakkuzdadır.

Mevziini terk etmez.

Gece gündüz anlamak ve anlaşılmak arasında mekik dokur.

Daha ziyade anlayamadığından şikayet eder, anlayamadıklarının derdine düşer.

Sitem etmez...

Muhatabında “beni anla” mesajları yerine “seni anlayabilirim” duygusunu yerleştirir. Gerçekten de halden çok iyi anlar.

Dünyayla pek alakası yoktur. Tenezzül etmez…

Hüzün onda sığınaklardan birisidir. Her duruma hüzünlenir ama hüznü de israf etmez. Onu bir idrak vasıtası olarak görür. Her idrak ettiği şeyle bir kere daha hüzünlenir. Bu hüzün içinde sabır da vardır, şükür de.

Hüzün olumsuzluk değil, derinliktir, deruniliktir...

Bu kıvamda bir duruş ve duyuş sahibi için en büyük sürgün, hüzünden kopmaktır.

Hüzün bir hayat felsefesidir onun dünyasında…

O “büyük yükü” olan bir yolcudur ve bu uzun yolu, geride itidal bıraka bırakı hüzünle yürür.

Bu cümlelerle onu anlatmadım, sadece bütün samimiyetimde ona işaret etmeye çalışıyorum.

Kime mi?

Ahmet Selim beye…

Neden mi?

Vicdanımın beni sorgulayan sesini susturamadığım için…

İhmalkarlığın bedelini ödemek için…

Kadr-ü kıymet bilemediğim için…

Vefalı bir dostluk gösteremediğim için…

Hüznüne ortak olamadığım için…

İrtibattaki istikrarsızlığım için..

“Büyük hayatların” zamanın hoyratlığı, insanın parçalanmışlığı karşısında meydan okuyan bir duruşları, idrak ufkunu berraklaştıran sesleri vardır. Onları anlamak çok zordur, ama anlama yolunda olmak da bir iştir.

Ahmet Selim bey, yazılarında nadiren de olsa kendinden bahseder.

Bir yazısında Hatırladıklarımdan biri tanesi;

“... Gözden uzak olanın gönülden de uzak olması, bir sıradanlık gerçeğidir ve herkes için değildir. Vesile düşer düşmez bir hâtıranın hemen canlanması, bir ön tedbirin eseridir; gönlünüzün ayarı ile ilgili bir zenginleştirmenin sonucudur. Bazıları hayret eder, ''nasıl hatırlıyorsun?'' diye” cümlesinden sonra cevabı da verir; “Çünkü ben o hâtırayı önce düşünerek yaşamışım, sonra da yaşarken düşünmüşüm, gönlüme koymuşum.

İşte o hatıralardan biri; Yarım asır önce, bir ilkokul öğrencisi, arkadaşlarıyla beraber bir başka ilkokulun kitap gününe gider. Sergide herkes çocuk kitaplarını kapışırken o uzaktan dikkatlice süzer. Müdür bey de arkadan ''ne yapacak acaba?'' diye onu kollamakta. Çocuk, o masayı bu masayı dolaşır, sonunda bir kitaba uzanıp saklar gibi koltuğunun altına koyar. Müdür bey teyakkuzda olduğu için göz ucuyla bakıp kitabın ismini okuyunca, ''Durdun durdun da turnayı gözünden vurdun!'' der çocuğun saçlarını okşayarak. Çocuk utanır, başını önüne eğer... O çocuk Ahmet Selim beydir, kitabın ismi de ''Aşık Garip.''

Bu sadece bir çocukluk hatırası değil, o insanın mahiyetiyle ilgili bir hatırlatma aynı zamanda.

Aklıma kazınmış bir dörtlüğü var, her okuduğumda dalıp gider, uzun uzun düşünürüm;

“Zamanların sırrını açamıyor günlüğüm

Ellerim yazamıyor, gırtlağım düğüm düğüm

Hüzün Yağmurlarını kim nasıl durduracak

İki göz, iki çeşme ağlıyor bütünlüğüm”

Keyfiyet meselesi, özünde sevgi olan “terkip–tefekkür" yolculuğu…

Düşünerek yaşamak, dertlenmek bedel ödemeyi de göze almak demektir. Emsalleri gibi o da gönülden öder bedeli. Gönül adamlığının o hüzünlü yanını annesinin cümleleriyle anlatır:

“Ben kızmam, kırılmam. Ama, bana yapılanların gayretullaha dokunmasından korkarım” der ve ekler; “İnsan uğradığı gadrin sadece azabını değil, hicâbını da duymalı.”

Ahmet Selim beyin kısa formülü;

Hayatın kendisi bir dram… İnanarak düşünmek, düşünerek ve sevgiyle yaşamak... Düşünce duygudan ayrılmamalı… İnsanın bütünlüğü; hayatın bütünlüğü, hakikatin bütünlüğü. Sır burada zaten.

Ahmet Selim bey yaklaşık iki hafta önce beyin kanaması geçirdi. Yoğun bakım, normal oda derken iki gün önce hastaneden çıktı. Şükür ki şimdi iyi…

Hamidullah Öztürk ve Mehmet Yılmaz ile birlikte ziyaretine gittim. “Sessizlik, sükûnet, huzur, verimliliğin sesidir ve bu musikiyi andıran bir sestir” dediği durumu yine gördüm. Uzun uzun itidal ferasetinden söz etti… Uzakları düşünüyordu. “Allah bizi sizsizlikle imtihan ediyor” dediği bir insandan söz etti… “Bir itidal insanı. Düşünce yapısıyla, yorum anlayışıyla, gönlüyle, aklıyla, seciyesiyle itidali âdeta güncelleyen ve yeni bir hayatiyete kavuşmasını amaçlayan bir insanlık idealinin savunucusu.” dedi…

Zaman''daki son yazılarından birine “Gönül planı” başlığını atmış; “Ruhî-kalbî-fikrî ilişkiler yeterince dikkate alınmıyor. Hâlbuki bunlar her şeyden önemli” diyordu.

Bu yitirilen durumun sürecini birey planında analiz etti;

“Bir olumsuzluk doğar; sabır, hoşgörü deyip üzerinde durmazsınız. Ama onun etkisi bir iz halinde kalbimizin bir noktasına yerleşir. Eğer o olumsuzluk pişmanlık meydana getiren bir temelsiz hata ile ilgiliyse, o iz de silinir zamanla. Fakat benzerleri yaşanmaya devam ederse, gücendirmelere dönüşürse, negatif bir birikim oluşmaya başlar. Ortada ciddi bir olay yoktur, ama gelişen bir karanlık birikim vardır. Buna biraz alışılır gibi olur ve somut tepki verme ihtiyacı hissedilmez. Uzaktan baktığınız zaman her şeyin normal gittiği düşünülebilir. Fakat yavaş yavaş, birike birike, santim santim açılan ''iç mesafe'', yan yana duruyor olsanız da çok şeyi değiştirmiştir. Sizin alışmanız bu gerçeği değiştirmez. Sevgi azalmıştır, tezahür edemez hale gelmiştir. Bir şeyler soğumuş, bir şeyler matlaşmış, bir şeyler gölgelenmiştir. Hatıralar, sanki hiç yaşanmamışlar gibi, garip bir biçimde yabancılaşmıştır.”

Bu yazı çok dokundu bana. İçimi acıttı. Kaybettikleri ve halen kaybetmekte olduklarımı hatırladım… Hüzünlendim…

Hatırladım, son telefon konuşmamızda “sana iki dosya vereceğim, bana bir şey olursa sahip çıkarsın” demişti. Yayınlanacak iki kitap…

Emanet tevdi edilmeye değer görülmek insana yeni sorumluluklar yüklüyor.

Allah, hüzünlenen, duyan, düşünen, yaşayan, idrak eden, insanlığın acısını derinden hisseden, kaygılanan, dertli insanın halinden anlayan, dertlenen, çare arayan bu tür “hakiki insanlara” içimizde daha uzun ömürler versin.

Üzerimde hakkı olduğuna inandığım ve varlığını nasip bildiğim Ahmet Selim beye şu bayram günün Allah''tan acıl şifalar diliyorum.

Biliriz ki sen yine hep oradasın…

Bu bilgi ertelemek için değil, gitmek için…

Son sözü yine Ahmet Selim beye bırakıyorum;

İnandırıcılık, bir ihtiyaç ve dikkat konusu olmaktan çıkmış. Herkes kendini aldatmaya hazır!

Bir eski komşumuz, uzak bir şehirde yaşıyordu; şimdi Üsküdar''a taşınmış. Hanım buna çok sevindiğimi anlayınca, merakla sordu, “Görüşecek misiniz ki?”

Biz şimdi geçici olarak, Eyüp sırtlarında oturuyoruz. Terastan bakınca, Çamlıca falan gözüküyor. Oraya doğru baktım, “Göz menzilime girmiş, Çamlıca''dan nasıl TV sinyali geliyorsa, ondan da bana sinyaller gelir gider özel frekans üzerinden!”

Bazı şeyler çok basit anlatılmak istenirse anlamsızlığa doğru kayar. Şakaya bulayıp bahsi kapadım. Yazı''nın gerçek konuları, şifâhî etki alanının bittiği yerde başlar; kalem onun için kullanılır. Her ifade türü öyledir; kendi tezâhür özelliklerinin tekabül alanında şahinleşir. Roman da, şiir de, mektup da öyledir. Ve hepsi mesâfeleri, ırakları aşmanın özel formüllerine benzer. Gönülden geçirmek de bir ifade ve iletişim yoludur ve her mesâfeyi, her engeli kolayca aşar... Cenâb-ı Hak hepimize bereketli erişim ve iletişim nasipleri ihsan buyursun.

NOT: Yeni Şafak okurlarının ve bütün dostların Ramazan Bayramlarını tebrik ederim…

15 yıl önce
Hüzünlü düşünür ve itidal feraseti...
Mehmet’ten vatana mektup
Tevradî bir mitin Kur’anî bir kıssa ile tashihi
i-Nesli anlaşılmadan siyaset de olmaz, eğitim de…
İç talebe ilişkin öncü göstergeler ilave parasal sıkılaştırmaya işaret ediyor!
Enerjide bağımsız olmak