|
Yoğun bakımda üç gün...

Gazetede toplantıların birinde sormuştum arkadaşlar; Sizi üzen, sarsan acı bir haber aldığınızda ilk tepkiniz ne olur, dilinizde hangi cümle belirir?

Herkesin bir cevabı.

Mizacına uygun, hayat karşısındaki duruşuna, tutunma biçimine mutabık.

Aynı soru bana yöneldi ve bir cevap verdim…

O elbette kağıt üzerinde, kontrollü bir cevaptı.

Kaç kere yazdım, hayatın her anının imtihandan ibaret olduğuna inanırım.

O yoğun imtihan anlarından birisi ile karşılaşmamı anlatayım.

Yukarıdaki soruya en gerçekçi haliyle bana sorarak başladı…

Geçen Pazar günü saat 14''ü gösterirken telefonum çaldı, duyduğum tek cümle; “Ali trafik kazası geçirmiş”.

Ali benim küçük kardeşim.

O anda onlarca soru, nerede, nasıl olmuş, duruma nasıl…

Hiçbirinin cevabı yok…

Endişe çöküyor insanın omuzlarına…

Bilinmezlik aklın yükünü gittikçe ağırlaştırıyor.

Telefon yeniden çalıyor; Kaza 12''de Çankırı Atkaracalar mevkiinde olmuş. Ağır yaralıymış, helikopter ile Ankara''ya sevki yapılıyormuş…

Duygular sessiz, akıl senaryo yazmaya başlıyor…

“Allah''tan hayırlısı” dedim, kontrolü elden bırakmadım.

Eşim Mine hanım yoğun bir telefon trafiğine girdi, ambulans helikopterin Ankara''ya varmak üzere olduğunu, Ali''nin Medicana İnternatieonal''a götürüldüğünü öğrendi.

Aynı bilgiyi Sağlık Bakanı''nın danışmanı Osman Güzelgöz''de teyit etti.

Ali koma halinde ve ağır yaralı olarak hastane götürülürken biz de dilimizde dualarla Ankara yoluna düşmüştük…

İstanbul-Ankara arası hiç bu kadar uzun gelmemişti bana…

Yolda uzun süren sessizliği bazen telefonlar bazen de birbirimize teselli cümleleri bozuyordu.

Umut cümleleri hepimize iyi geliyordu.

Arayanlara da ikram etmeye çalışıyorduk içimizde büyüttüğümüz umuttan…

Üç saat sonra hastaneye ulaştığımızda Ali ameliyattan çıkmış, yoğun bakım ünitesine alınmıştı…

Bu arada kazayla ilgili bilgiler de netleşti.

İki amele, arıza yapan kamyonu başka bir kamyonla çekmeye karar vermişler. Yol şehirlerarası çift yönle açık bir yol. Tali yoldan çıkan kamyon karşı şeride geçip sola dönüyor, arızalı kamyon yola dikey duruyor. Arada çelik halat gerili… Her iki yönde de alınmış hiç bir önlem yok. Ali ile birlikte üç kişinin içinde bulunduğu araç çelik halatı görmüyor ve çarpıyor. Arızalı kamyonun ön kısmı koparak Ali''nin bulunduğu kısma çarpıyor ve araç 43 metre sürükleniyor…

Türkiye''ye özgü bir kaza…

İstesen bu kadar mükemmelini planlayamazsın…

Ali kafasını arkasından darbe alınca içe göçme oluyor. Diğer iki yolcuda çizik bile yok…

Yorumlar, öfkeler, kızgınlıklar…

Hiçbirinin hiçbir anlamı yok.

Olanı geri getirmiyor. Nasıl olmuşsa olmuş, Ali yoğun bakımda yatıyor…

Yoğun bakım ünitesinin önü başka bir dünya.

Onlarca “kaderdaş” insan içeriden gelecek iyi bir söz bekliyorlar.

Her hastanın anlatılacak ayrı bir hikayesi var.

Kimi sizi şükre sevk ediyor, kimi de üzüntüye gark ediyor…

O kapının önünde, yoğun bakım nöbetinde insana ne oluyorsa oluyor, hem kendi hastasının durumunu merak ediyor hem de başka hastalara ilgi duyup üzülüyor, iyi haberlerine seviniyor.

Acemilik hali çabuk geçiyor.

İlk geldiğinde insan kendisini bir şey sanıyor, etkin, yetkin, kudretle, varlıklı…

Fakat gerçeği hızla öğreniyor ve hastasını bekleyen ötekilerle eşitleniyor.

Kimse geldiği gibi kalmıyor, değişiyor, olgunlaşıyor, sabrı da talim ediyor.

Uhrevileşiyor biraz da.

Merhamet duygusu çepeçevre kaplıyor.

Orada kendi başına kalmak yok. Birinin sevinci ötekiler için de umut kıvılcımı oluyor.

Doktorlar adeta aileden biri, olup biteni “hissederek” anlatıp paylaşıyorlar.

O anda duyduğum en güzel kelimelerden birisidir; “geçmiş olsun”. Devamı; “Allah şifa versin…”

Samimiyetle, duya duya sözlendiğinde öylesine tesir ediyor ki…

İnsan ne kadar içten söylüyorsa, duyanda da o oranda tesir bırakıyor…

Ne güzel bir dua…

O kadar çok duyduk ki…

Yoğun bakım nöbetindeki insanlar umut arıyorlar, azıcık bir umut için çok şeylerini vermeye hazırlar…

İçeride sizden biri var, aranızda sadece bir kapı…

Kapı açıldığında bütün gözler içeriye yöneliyor. Her çıkana heyecanla “bizim hastamız nasıl” sorusu yöneltiliyor.

Yoğun bakım…

İçeridekiler ve dışarıdakiler…

İçeride bir mücadele yaşanırken, dışarıda da bir muhasebe ve yeniden inşa süreci başlıyor.

İnsan aklını, fikrini, duygularını hasılı bütün hayatını kritik ederek bakımdan geçiriyor, hem de yoğun bakımdan…

Tam üç gün nöbet tuttuğumuz o kapıda insan çaresizliği, değil acizlik içinde gelen tek çareyi öğreniyor.

Dua, dua, dua…

Hayatın bir sahibi var.

Veren de o alanda o.

Ve nasipten ötesi yok insan için…

Fakat adabınca istemek düşüyor insana.

Sebeplere riayet, gerisi sabır ve tevekkülle dua…

En uzun üç gün…

Gün geçmek bilmiyor, geceler öylesine uzun ki…

Şairin dediği gibi; gam ve üzüntü çekenlerin gecesi uzun olurmuş.

Günde iki sefer sırayla izin veriyorlar ziyarete…

Herkes hastasını görmek için o vakitleri kolluyor...

İsim isim çağırıyorlar…

Konuşmasa da, seni duymasa da onu görmek, dokunmak, ben buradayım demek ne büyük mutluluk…

Şuuru kapalıydı. Üstelik kafatası içeriye çökme yaptığından ağır bir ameliyat geçirmiş ve sürekli uyutuluyordu…

O anda kim bilir neler yaşadı, neler geçti fikrinden, vicdanından?

Ne acılar çekti?

Hiçbirini bilmiyoruz.

Orada sessizce yatıyor, ne zaman uyanacak, uyandığında ne tepki verecek, konuşabilecek mi, yürüyebilecek mi bilmiyoruz…

Nihayet üç gün sonra yoğun bakımdan çıktı Ali. Yedinci kattaki odasına alındı.

Yine uyuyor ama artık görmek için günde iki vakte mahkum olmak yok.

Odasındaki ilk günün akşamına doğru uyanma sinyalleri verdi.

Bizi duyuyor ama kendini duyuramıyordu.

Konuşmaya çalıştığı halde konuşamıyordu…

Sabır ve dua ile bekliyoruz…

Ertesi gün dudakları oynamaya başladı, ses çıkartabiliyordu. Gözlerini kısa süreliğine de olsa açabilecek seviyeye geldi.

Gayret…

Odadaki ikinci günde, kazayı duyar duymaz İstanbul''dan yola çıkan ve günlerdir Ankara''da hastanede bekleyen saçı sakalı bembeyaz babasını görünce gözyaşları aktı, “ne diye babamı buralara kadar sürüklediniz, ona eziyet ettiniz” dedi.

Ali her gün bir önceki günden daha iyi.

Allah şifasını veriyor.

Biz şükrederek hayata yeniden tutunan bir başlangıca tanık oluyoruz.

Elbette ki B3''tekileri, yoğun bakımın içindekileri ve dışarıda nöbet bekleyenleri unutmadan…

Böyle zamanlarda tanıdık bir ses, geçmiş olsun, Allah şifa versin sözü o kadar değerli ki…

Aranıyor…

Allah kimseyi iyi sözden, hayır duadan, iyilik dileyen dostlardan, vefalı arkadaşlardan mahrum bırakmasın…

Ben şimdi İstanbul''dayım. Yarın Ali''yi almaya gideceğim.

Dilerim yürüyerek çıkar hastaneden…

Kaza yerinde ilk müdahaleyi yapan ve Sağlık Bakanlığı''nın Ambulans helikopterinin gelmesini akıl eden doktor Firuze hanıma, sevgili dostum Osman Güzelgöz''e Medicana İnternatieonal''ın başhekim yardımcısı Gökhan Osmanoğlu''na, beyin cerrahlarına ve tüm ekibe teşekkürler.

Ali''yi bir an olsun yalnız bırakmayan kazadan yara almadan kurtulan arkadaşları Ali ve Ömer''e de teşekkürler…

Elbette Metin Özkök''ü ve Metin Gündem''i unutmuyorum.

Ne diyeyim; Allah, biz kullarını uyandırmayı dilemiş ki, alıp verdi…

Sevdiklerimize sağlıkları yerindeyken “yoğun bakmak” gerek.

Yoğun bakımın kapısına gelmeden bakmasını, görmesini, düşünmesini, şükretmesini bilmek gerek…

Biz yaşamıyoruz, yaşatılıyoruz.

Hayatın sahibi an gelir emanetini alır, hayat biter…

Hayat gibi, hayatın içindekiler de emanet bize…

Ali''de emanet bize…

İnsan unutuyor, çabucak gaflete dalıyor…

Aslında unutmamak için ne kadar da çok tecrübemiz var.

Tedbir; yoğun yaşamaktan geçiyor…

Hayatın her anının hesabını verme idrakini iliklerine kadar duyarak, umut-korku dengesini tutunarak yaşamak…

Hayata çelik halatla tutunmak mümkün değil. Kamyonu çekemeyen halatlar hayatın yükünü nasıl çeker ki… Dışarıdan güçlü gözüken şeyler gerçekte çok zayıflar.

Bir kapıda bütün dikkatini vererek üç gün beklemek insana çok şey öğretiyor…

Yazının başındaki soruyu tekrarlıyorum;

Sizi üzen, sarsan acı bir haber aldığınızda ilk tepkiniz ne olur, dilinizde hangi cümle belirir?

İnanın, cevabı sonraki süreçleri de etkiliyor.

Unutmayın hepimizi bilen, duyan, içimize-dışımıza bakan, her şeye muktedir bir Kudret var; “İsteyin vereyim” diyor…

15 yıl önce
Yoğun bakımda üç gün...
Şimdi haberler…
Kara dinlilerle milletin savaşı
Efendimiz’in (sav) Zekatı-1
Kazasker Mustafa İzzet’in izinde
Ne olacak bu anne babaların hali?