|
Ayaklı kütüphaneler

Dostum Dursun Gürlek'in kültürümüzle ilgili sohbetlerini dikkatle dinler, keşke bunları yazsa diye hep içimden geçirirdim. Sonradan öğrendim ki bu bilgilerini bir kitap haline getirmiş. Tabi günlük meşgalelerimin arasında bu kitap hafızamdan silinmişti. Bir gün kütüphanenin raflarını karıştırırken, rahmetli Yavuz Argıt'ın Bölümü'ndeki bir kitapta Dursun Gürlek'in adını gördüm. Kitabı elime alıp bakınca 'Ayaklı Kütüphaneler' adlı eseri karşımda idi. Bir solukta okudum. Nasıl Stefan Zweig'in 'İnsanlık Tarihinde Yıldızın Parladığı Anlar' veya 'Üç Büyük Usta' adlı eserleri bir üslup şaheseri ise 'Ayaklı Kütüphaneler' de öyle bir üslup şaheseri idi.



Gazetelerimizin bir kısmı milli kültürümüze soğuk bakıyor, geri kalmışlığımızı ona bağlıyorlar! Onlara bir şey söylemeye lüzum yok. Ancak milli kültürümüzü baş tacı edenlerin niçin bu kitabı tanıtmadıklarını anlamış değilim?



***


Bizim kültürümüz, Arap ve Acem kültürünün arasında kalmıştır; buraya hangi kültür girerse girsin erimeye mahkûmdur. Fakat bizim büyük insanlarımız buna müsaade etmemiş ve kültürümüzü tutup ayağa kaldırmışlardır. Sayın Dursun Gürlek, kitabında bunların bir kısmını anlatmıştır; inşallah bundan sonrada anlatmaya devam eder. Eserinde zikrettiği o büyük insanların bugünkü nesillerde hakları çoktur, bizler de onlara muhtacız…



***


Dursun Gürlek Bey'in kitabında yazdığı şahsiyetlerin hepsini şahsen ben tanımıyorum; bizden önceki nesiller olan Ali Emiri Efendi, Babanzâde Ahmed Naim, İsmail Saib Sencer, İbnülemin Mahmut Kemal'i kitaplarından, haklarında söylenenlerden tanıyoruz. Ancak Mükrimin Halil Yinanç, Hacı Muzaffer Ozak ve Ali İhsan Yurt ağabeyimizi yakından tanıyor, sohbetlerinde bulunuyorduk.



***


Mükrimin Halil Yinanç gibi ilim adamları Avrupa'da konferans verirlerdi; hangi saatte, kiminle sohbet edeceklerini sekreterleri ayarlardı. Mükrimin Halil Bey'in tarih konusundaki şöhreti her yana yayılmıştı. Bir gün, Berlin Üniversitesi'nde görevli bir doçent, hocamızdan randevu almak için Edebiyat Fakültesi'ndeki bir yetkiliye gelmiş; oda kendisine 'Hoca ile konuşmak için randevu almanıza lüzum yok, ya Marmara ya da Acem'in kahvesine akşam giderseniz istediğiniz kadar görüşebilirsiniz' diye cevap vermiş…



***


Bu doçent, “Bana espri mi yaptılar?” diye düşünerek, Marmara Kıraathanesi'ne doğru yollanmış. O sırada bizler de birkaç arkadaş ile kapının kenarında oturuyorduk. Şekli şemaili bizim toprağımızdan olmayan bir adam içeri girdi, doğruca yanımıza geldi:



- Profesör Dr Halil Yinanç'ı sormak istiyorum. Burada mı acaba? diye sordu.



Berlin Üniversitesi'nde öğretim üyesi olduğunu, hocamızla tanışmak istediğini söyledi. Bunun üzerine bir arkadaşımız şöyle cevap verdi:



- Oturun, şu anda burada yok; ama saat 5'den sonra büyük ihtimalle buraya gelir, eğer gelmezse Acem'in Kahvesi'ne gider. Biz sizi oraya götürürüz.



Nihayet yarım saat sonra Mükrimin Halil Bey gelince, 'buyurun geldiler' dedik; o adam ile beraber bizler de yanına gittik. Mükrimin Halil Bey, gelen yabancıyı ağırladı. Berlin'de kiminle çalıştığını sordu, sonrada sohbete daldılar. Böylece bizlerde tarihi bir ziyafet dinledik. Daha sonra doçent, iki üç ay boyunca oraya sürekli gelip gitti…



***


Sahaflar Şeyhi Muzaffer Ozak Hoca, hem derinliği, hem de nüktedanlığı olan bir insandı. Bir gün Marmara Kıraathanesi'nde bir arkadaşımız ona şöyle sordu:



- Milletimizin geleceği ne olacak? Sizce bir ümit var mı?



O mübarek adamda hafifçe gülümsedi.



- Rabb'ül Âlemîn görevi olmadığı müddetçe bir karıncayı bile boşuna yaratmaz. Kurtuluş Savaşımızdan sonra nüfus sayımı yapıldı. O yıllarda nüfusumuz 13 milyon civarında idi. Şimdi ise nüfusumuz 41 milyon olduğuna göre 28 milyon artmışız. Demek ki milletimiz bir işe yarayacak ki bu noktaya gelmiş. Bekleyip görelim, Mevlâm görelim neyler, neylerse güzel eyler…



***


Ali İhsan Yurt Ağabeyimiz çok enteresan bir adamdı. Bütün bilgileri adeta kendinde toplamış gibiydi. Ne sorulursa cevap verirdi. Fatih'in hocası Akşemseddin Hazretleri'ne dair bir kitap yazmıştı. Arada birde espri ile karışık olarak, o benim doktora konum, derdi. Gerçekten güzel bir araştırma idi. Daha sonraları, herkesin nereli olduğuna dair kafayı takmıştı.



Marmara Kıraathanesi'nde bir garson çalışıyordu. Bir gün Ali İhsan Ağabey dikkatlice ona baktı, yanına çağırdı:



- Siz Antalyalısınız değil mi? diye sordu.



Delikanlı ise 'Hayır, Kayseriliyim' cevabını verdi. Ali İhsan Ağabey ısrar etti:



- Antalya'dan Kayseri'ye gelmiş olabilirsiniz, dedi.



Delikanlı ise:



- Ben Antalya'yı hiç görmedim, diyerek cevap verdi. Epeyce münakaşa yaptılar; ama işin aslını bir türlü öğrenemedik…



***


Günlerden bir gün, Enderun Kitapevi'nde bir adamla karşılaştılar. Lâftan lâfa geçildi, bir ara Ali ihsan Ağabey, 'siz kuzeyden geldiniz değil mi?' diye sordu. Adam:



- Ben Danimarkalıyım, öyle bir şey olsa bilirdik, diye cevap verdi.



Aralarındaki tartışma epeyce sürdü; Ali İhsan Ağabey, vücut şekillerini ortay koydu, daha pek çok şey anlattı. Birkaç gün sonra adam Danimarka'ya döndü.



Aradan iki yıl geçtikten sonra adam tekrar Enderun'da göründü, hararetle Ali İhsan Ağabey'i arıyordu. Gerçekten kuzeyden geldiklerini yeni öğrenmiş, adeta Ali İhsan Ağabey'e müjde vermek istiyordu…


#Danimarkal
#Enderun
#Kütüphane
#Kitap
7 yıl önce
Ayaklı kütüphaneler
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?
Nazlı seçmen günlerinde siyaset