|
Bir Osmanlı efendisi

Müderris Rasih Efendi, Türk Ocaklarının üyesi idi; boş vakitlerinde oraya gider, Ziya Gökalp ve arkadaşlarını dinlerdi. Subay olan oğlu Dömeke de şehit olmuş, gelininden sonra hanımı da ölmüştü. Yalan dünya da bir tek torunu Hasan Şakir ile kalmıştı. Şimdi o da gönüllü olarak Çanakkale'ye gidiyordu. Aslında Müderris Rasih Efendi torunun gitmesini istememişti. Torunu gibi ana-baba kuzuları olan öğrencilerine 'Gidin! Vatan imdadına yetişin!' derken, Hasan Şakir'e gitme diyebilir miydi?



***



Hasan Şakir dedesinden önce sözlüsü Dilara'dan izin almıştı. Sözleştikleri Fatih Parkında gazetesini okurken, Dilara gelip yanındaki banka oturdu. 'Hayırlı sabahlar efendim' diyerek geldiğini belli etti. Hasan Şakir de 'hayırlı sabahlar' dedikten sonra o günlerin güncel konusu olan Çanakkale hakkında konuşmaya başladı:



Zaman zaman içimden Çanakkale'ye gönüllü gitmek geliyor.



Bunun üzerine Dilara şu cevabı verdi:



Yakınlarınızda sizinle iftihar eder.



Böylece Dilara'nın iznini almış oldu. Zaten vatan ve millet deyince dedesi Rasih Efendi'nin gözleri yaşarırdı.



***



Müderris Rasi Efendi'yi dersinden hiçbir şey alıp koyamazdı. Bastonuna dayanarak yürüdü, ayakta ders verecek gücü kendinde bulamadı; alışkın olmadığı halde kürsüsündeki sandalyesine oturdu. 'Bugün ne anlatacaktım?' diye düşünürken aklına torununun boynu bükük hali geldi. Birden ayağa kalktı:



Hassasiyetimi bağışlayın evlatlarım. Dün gönüllü olarak Çanakkale'ye gitmek isteyen torunumu şubeye teslim ettim. İşgal altındaki milletimizin durumu ortada iken, vatan ve milletin en kara gününde çocuklarından vefa ve fedakarlık beklerken ona gitme diyebilir miydim? Haysiyetsiz yaşamaktansa ölmek daha iyi değil mi?



Hasan Şakir'in en yakın arkadaşı Kastamonu'lu Yusuf'un kitaplarını toplayıp sınıftan çıkması bir işaretti sanki! Arkadaşları da onu takip etti. Müderris Rasih Efendi heyecanına kendini kaptırmıştı:



İçinde bulunduğumuz sıradan bir savaş değil! Geri çekilecek yerimizde kalmadı. Ya yok olacağız yahut da şerefimizle yaşayacağız! En modern silahları ile saldıran düşmana karşı ancak canımızla karşı koyabiliriz…



Sınıfın nasıl boşaldığını Müderris Rasih Efendi de bilmiyordu. Gözlerini boş sıralarda gezdirdi, içerde kimse yoktu.



***



Hasan Şakir'in dedesine gönderdiği mektuplar onun yalnızlığını gideriyordu. Hele Dilara'ya yazdığı mektuplar ne kadar içli idi:



'Belki size çok şey söylemek istiyorum; ama ünlü bir şairin en önemli şiirlerim yazmadıklarım dediği gibi, öyle zannediyorum ki siz de duygularımı yazmadıklarımda, satır aralarında bulacaksınız. Şuanda yüreğim kalemimi zorluyor; Fatih Park'ında oturduğumuz bankı, beraber geçirdiğimiz anıları, sizdeki zarafeti, inceliği özlediğimi yazmamı istiyor. Fakat bir insanın saygı duyduğu bir kişiye yazmasının ne kadar zor olduğunu mutlaka takdir edersiniz. Yanlış anlaşılmak, maksadı aşan çağrışımlara sebep olmak endişesi kalemimi dizginliyor…'



***



Dedesi ve Dilara'ya birkaç mektup yazdıktan sonra Hasan Şakir şehit oldu. Dedesi bu dünyada yalnız kaldı. Bir gün dedesi mahalle bakkalına girdi. Orada on yaşlarında bir çocuk, babasının şehit olduğundan haberi yoktu; annesi çocuklarından bunu gizlemişti. Çocuğun sesi sanki bin yıllık ağıt gibi geliyordu:



Annem, Mekki Efendi amcan bu kaba un koysun, baban Çanakkale'den döndükten sonra ödeyecek dedi. Mekki Efendi durumu biliyordu, vermezse bu çocuklar açlıktan ölecekti; verse dükkanında mal kalmamıştı. Çaresizce düşünürken orada dikilen Rasih Efendi bakkala:



- Sen buna un koy!



Diğer erzakları da alıp çocuğa verdi. Çocuğa da şunu söyledi:



Annene selam söyle, evinizde ne ihtiyacınız varsa Mekki Efendi'den alsın. Haydi şimdi doğruca evine git.



Her aybaşı geldiğinde Müderris Rasih Efendi bakkala uğrar, Mekki Efendi'ye olan borçlarını öderdi.



***



Çanakkale savaşının son günleri idi; Rasih Efendi karların altında bastonuna dayanarak yürüyordu. Eli yüzü mosmor olmuş bir çocuk gazete satıyordu:



Yazıyor! Çanakkale Savaşı'nı yazıyor!



Rasih Efendi bir gazete aldı; Katlayıp cebine koydu. Yoluna devam etti. Bütün okul bomboştu; dersine girdi; sınıfta da kimse yoktu. Kürsüye oturdu, bakışlarını sınıfta gezdirdi; torunu Hasan Şakir'i ve arkadaşlarını göz önüne getirdi. Hepsi de daha çok gençti; ağlamaya başladı. Ne kadar zaman geçtiğini bilemedi; salonda bir adamın geldiğini hissetti. Kürsüye oturmuş alıyordu. Adam onu görünce aklından şüphe etmez miydi? Kalktı camın kenarına gitti. Bir süre daha karı seyretti. Hava iyice kararmıştı. Evde kimse yoktu; eve dönerse ne olacaktı? Dönmezse ne olacaktı?


#Müderris Rasih Efendi
#Türk Ocakları
#Hasan Şakir
7 yıl önce
Bir Osmanlı efendisi
Kara dinlilerle milletin savaşı
2015’in karılmaları (1)
İnsaf!
Dağ yürekli adamların büyük seçimine doğru
Demografik dönüşüm