|
Birsam-ı Saadet1
İzzettin Şadan, 'Birsam-ı Saadet' isimli kitabını yazmış, lâkin piyasaya çıktıktan dört gün sonra kitapçılardan toplamış ve Bayezid Meydanı'nda yakmıştır. Kendi ifadesine göre, “o kitaptan ihtiyacı olan almıştır, geri kalanların işportaya düşmesini engellemek için bu işi yapmıştır.”

'Birsam-ı Saadet çok mühim bir kitaptır. Mesela Türkiye Cumhuriyeti daha kurulurken bazı talisizliklerin zuhur ettiğini bizlere göstermektedir; Meselâ İzzettin Şadan, yere göğe sığdıramadığımız Ziya Gökalp'ın bu devletin felsefesini nasıl yaptığını, kitabında şöyle tenkit etmektedir:

'… o kadar ki milliyet aleyhtarı bir sosyalist ve bir sulhçu olan Durkheim, geçen harbin ateşli sıralarında Türkiye'de milliyetçi bir filozof olarak tanıtılmıştı… 'Durkheim'in gayri milli' faaliyeti hakkında bir fikir edinmek isteyenlere, mağlubiyetten sonra Fransa'daki milliyet cereyanın elim vaziyetini teşrih eden Henri Massis'in 'Otuz Sene Harbi' serlevhalı(isimli) kitabını tavsiye ederim… Durkheim mektebinin ve bu mektepten mülhem olan (ilham alan)muallimlerin şimdi Fransa'da işten uzaklaştırıldığını söylemek faideden hali değildir. Kendi memleketinde (gayri milli olan ) bir nazariyecinin Türkiye'de milli addedilmesi bir dalaleti muhakemedir.'

***

İzzettin şadan, Durkheim'in bizim kültürümüze etki ettiğini görüyor ve bunun önlenmesini istiyordu:

'İntihar kelimesi bizde yoktur, İslam dininde de yoktur. Bunun delilide Kur-an da intihar kelimesinin bulunmamasıdır. Yahudilik, Protestanlık, Katolikler de fazladır. Burada Durkheim'in tesirini görüyorum. Bu müellifin 'İntihar yüksek içtimai bir tezahür addettiği' malumdur. Bina aleyh kanaatime göre, Durkheim'in Mektebi'nin Türkiye'de oynadığı rol çok tehlikelidir.'

Mesela İzzedin Şadan'ın fikrine göre okullardaki kooperatifçilikte böyle bir şeydir. İnsanlar, daha çocukken sosyalizme alıştırılmaktadır!

***

İzzettin Şadan, Avrupa'nın bizim hakkımızda söylediklerinin hep aleyhimize olmadığını, bazen de kendi delaletlerini gösterdiğini şöyle ifade ediyor:

'Garbın, Türkler aleyhine iddia ettiği şeyler, Türk'lerin aleyhinde olmaktan ziyade garbın hastalığını ortaya koyan birer arazdır. Bir paronaya hastasının gazetede gördüğü bir vakayı kendi aleyhine tefsir etmesi, gazetedeki vakayı yazanın değil şahsın hastalığını delalet ettiği gibi, garp buhran devrelerinde Türk'ü bir ilticagah (sığınma yeri)olarak kullanmak itiyadındadır (alışkanlığındadır). Türk, garbın bazı memleketleri için daima himaye eden bir baba olmuştur. Polonya ve Fransa'nın Türk Padişah'ına 'Grand Türk' demesi bunu izah eder.'

***

Avrupa, bizden daha fazla imkânlara sahip olduktan sonra, devamlı oklarını bize yöneltmiştir. Bilhassa bizdeki yönetici sınıfına etki etmiştir. İzzettin Şadan'ın bu konu hakkındaki düşüncesi ise şöyledir:

'Memleketimize 'hakiki aşağılık' hissi olarak telakki ettiğim geçmiş düşmanlığı bunun en güzel misalidir. Terakkiyi, eskiyi yıkmadan başka bir şey değildi…İşte bu sinir bozukluğu dolayısıyladır ki birtakım şahsiyetler 'bizim mazi ile alakamız yoktur', 'biz kimseye benzemeyiz' tipinde 'inkarı zatı' tezahüratını ciddi telakki edebilmiştir. Bir insanın mazi ile alakasının olmadığını iddia edebilmesi için hakikat dünyası ile temasını kaybetmesi, yani pisişenin içinde derin yarılma hasıl olarak, zaman mefhumunu ruhi istikrara artık tesir edememesi lazımdır ki bu da şizofrenidir.'

***

İlim bakımından da biz batı ile aynı kulvarda değiliz. Bizde iman gaybadır.

İzzettin Şadan ise:

' Mesela Katolik dünyası müspet ilmin aleyhinedir; onu da sık sık söylemektedir. Şimdi bizdeki softalarda, bütün ilmi Berkson'a icra ediyorlar.' demektedir.

Bu nasıl iştir? Bunu gerçekten anlamak mümkün değildir! Bizim imanımız ilmin yolunu tıkamamaktadır. Rehberimiz Hz. Muhammed (AS) 'İlim müminin yitik malıdır, ilim Çin'de de olsa onu alıp getirin' dememiş midir? İlim beynelmilel, kültür ise imanla ilgili bir husus olduğunu bilinceye kadar bunları birbirine karıştırırız…

***

Yeni Türk Devleti milliyetçilik ve tarihin üzerine kurulmuştur. Ne yazık ki milliyet kelimesi kimileri tarafından maksatlı şekilde bulandırılmıştır. Saf ırk yoktur diyenler, niçin saf dil yoktur demiyorlar? Zira diller de saf değildir! Fakat buna rağmen muhtelif milletlere mahsus diller mevcut olduğu açıktır. Yoksa dilleri Türkçe, İngilizce, Almanca ayırmanın anlamı kalmaz. Bizdeki milliyetçilik tarifi de Renan'dan alınmıştır. Ne yapalım ki bugünkü tarifte Türk'lerin milliyet duygusunun ateşini ifade edemedi. Bugünkü milliyetçiliği benimseyenler iki adım sonra ırkçılığa sapıyorlar ki bu da yanlıştır. Buna karşın, ırkçılığı harsçılıkla dengelemeye çalıştılar. Aslında bu ikisi birbirinden ayrılamaz. Irk neyse hars da odur.

Milliyetçiliği her millet işine geldiği gibi tarif ediyor. Almanlar, ırk unsurunu öne çıkartıyorlar. Maksatları Alsas-Loren toprağına sahip çıkmaktır. Fransızlar da vatan kavramını savunuyorlar. Onlarda o toprakları Almanya'ya vermek istemiyorlardı. Zannediyorum ki milliyetçilik hayattır; bir topluluğun tarihinden gelen adetleri, dini, kültürü, saygı duyduğu bütün mukaddesler, müşterek tarihi hatıralar, beraber yaşama iradesinin bulunmuş olması, o toplumun milliyetçiliğidir. Bir insan kendisini ne hissediyorsa odur; ama bir millet kendini oluşturan değerleri de bilmelidir…
#İzzettin Şadan
#Milliyetçilik
#Durkheim
#Avrupa
7 yıl önce
Birsam-ı Saadet1
Evvelbahar
Siz hiç “ayben”e para gönderdiniz mi?
Irak: Kurtların sessizliği…
Direniş meşrudur, tükür kardeşim
Columbia’da ‘Filistin’le Dayanışma Çadırları’