Güneşin gür ışıklarını doldurduğu gök kubbede bir damlacık leke görülmüyor, İstanbul'a has pırıl pırıl bir Mayıs sabahı yaşanıyordu. Günlerden pazardı; yollarda az araba vardı; trafik gürültüsü milleti pek etkilemiyordu. Marmara Kıraathanesi'nin ekabirleri olan Ziya Nur Aksun, Erol Güngör, Nuri Karahöyüklü, Saib Atademir, Sahaflar Şeyhi Muzaffer Ozak Hoca, Sabri Özpala, Emin Işık, Hanifi Polat, kahvenin müdavimlerinden daha pek çok kimse sandalyesini dışarıya atmışlar, baharın güzel gününü yaşarlarken hem de günlük politika hakkında fikir yürütüyorlardı. Kimisi Avrupa'yı bize düşman ilan ediyor, kimisi de bizi dikkate almadığını söylüyordu. Saib Atademir'in Batıda doktora yaptığı günleri anlatırken Avrupa'nın bize ne kadar diş bilediğini söylediği sırada oradan geçmekte olan Nahit Atagil Ziya Nur Aksu'nun gözüne çarptı. Cemaati selamladıktan sonra Ziya Nur'a döndü:
Ayağa kalkan Ziya Nur Aksu:
Nahit Atagil bir sandalye bulup oturdu, Ziya Nur Aksu'nun seviyesini, sohbetteki derinliğini biliyor, Osmanlı Tarihine ve İslam dünyasına dair tefekkürüne hayrandı. Bilhassa Ziya Nur'un Şehbenderzade Filibeli Ahmet Hilmi'nin İslam Tarihi'ne dair yazdığı Şerhi ne kadar güzeldi. Esprisi bol olan Cerrahi Tarikatı'nın Şeyhi Muzaffer Hoca'yı, pek çok makalesini ve kitaplarını okuduğu Profesör Dr Erol Güngör'ü yakından tanıyor, diğerlerinin de sıradan insan olmadıklarının da farkında idi. Karşılıklı hal ve hatır sorduktan sonra Nahit Atagil'in ilgilendiği konuya Ziya Nur Aksun sözü getirdi. Nahit Atagil, Türk müziğinin dünyadaki yerini alması için çok sesliliğe kavuşturulması gerektiğine inanıyor, bu konuda konferanslar veriyor ve makaleler yazıyordu. Çok sesliliğe geçince Türk müziğinin kavuşacağı zenginlik orada kalmayarak, bütün hayatı etkileyecektir. Bu da Türk müziği için yeni bir başlangıç olacaktır. Ziya Nur Aksun:
Goethe'nin verdiği bu cevap Beethoven'i ne hale getirdiğini tahmin edebiliriz; elbette onun bütün ümitlerini sona erdirir; ama Beethoven yılmadı, çok sesli müziğe devam etti. Zamanla çok sesli müzik Almanya, hatta Avrupa'nın hayatına renk kattı. Bugünkü Avrupa medeniyetinin göz kamaştırıcılığı buradan doğmaktadır. Memleketimiz, bilhassa Cumhuriyetimizle beraber Avrupa'nın içinde yer almaktadır. Çok sesli müziğe geçmezsek, bizim medeniyetimiz geri kalır; milletimiz de Avrupa halklarının arasında kaybolup gider; çünkü müzik, kültürümüzün önemli direklerinden biridir.
Herhangi bir tartışmaya girmenin faydasızlığına kani olursa Ziya Nur Aksun konuyu değiştirirdi; zira çok sesli müzik milletimize hiçbir katkıda bulunmaz; olan müziğimizi dejenere ederdi; 'bu dediklerinin hiçbir kıymeti yok' anlamına gelen elini salladıktan sonra gözlerini hemen karşısında oturan, sesi ve okuyuşu ile usule riayet eden Emin Işık'a çevirdi:
Emin Işık Hoca da okumaya kendini hazırlamıştı sanki; elini kulağına attı; sesi ve müzik bilgisi okuduğu kasidenin anlamını da artırıyor, orada oturan Nahit Atagil hariç herkesi büyülüyordu:
' Şahidim arzu semadır bütün ecrami ile
Aşıkım Sıtkı ile ben Hazreti Şahı Resule'
Nahit Atagil sözünü tamamlamak istiyor, çok sesli müziğin lüzumunu oradakilere ikna etmek için sesini yükseltmek mecburiyetinde kaldı:
Misafire saygısızlık olmaması için Emin Işık durdu. Ziya Nur Aksun'da aynı kararlılıkla elini salladı:
Emin Işık devama mecbur kaldı; aksi takdirde Ziya Nur Aksun'u kırardı; bu mümkün mü? Elini tekrar kulağına attı:
' Yaksa da ah-ı derunum beni hasret ile
Takadı yok dilimin halimi tahrire bile'
Nahit Atagil derdini anlatmak için çırpınırken, Emin Işık'ın güzel sesi diğer dinleyicileri manevi bir dünyaya sürüklemişti:
'Ey badi saba uğrarsa yolun semt-i Haremeyn'e
Tazimimi arz eyle Resülüssekaleyn'e.'