|
İlim sakası – III

Osmanlı döneminde, camiler mâbetten ibaret değildi. O devirlerde özellikle 'Selâtin Camileri' ibadetin dışında, kültürel faaliyetlere de sahne oluyordu. Maksureler halinde ayrılan bölümlerde çeşitli etkinlikler sergileniyor, aynı zamanda caminin bir köşesinde hadis kitaplarından dersler veriliyor, diğer köşesinde mesnevi okutuluyordu. Halka açık ders verme yetkisi olan müderrisler iyi yetişmiş iyi hocalardı.



***



Öyle zannediyorum ki Prof. Dr. Oscar Rescher, İsmail Saib Efendi'nin şöhretini duymuş olmalıydı; aksi takdirde gelip onu dinlemeye lüzum görmezdi. Zira Rescher ünlüce bir müsteşrik idi; eski kültürümüzü araştırmak için ülkemize gelmişti.



Bir gün İsmail Saib Efendi, Arapça bir kelimeyi izah ederken, Rescher 'Yanlış oldu efendim, bu kelimenin böyle olmaması gerekiyor…' diye söze müdahale edince, Hoca'Otur oturduğun yerde' deyip, sözüne devam etmişti. Tabi Rescher oturduğu yerde ezilip büzülmüş, ama konuşmayı da pür dikkat dinlemişti. Hoca konuşmayı bitirip meclis dağıldığı sırada Rescher'e 'sen dur!' diye seslenmiş: ''Sizin sorduğunuz kelimenin on altı manası var…” diyerek anlamlarını izah etmiş, sonra da 'Buyurun gidebilirsiniz' demişti.'



Bu açıklamalar, Hoca'nın derin ilmini Rescher'in önüne seriyordu. Bir ummanla karşı karşıya olduğu için, bir daha onun peşini bırakmamıştır.



İstanbul Süleymaniye Kütüphanesi'ndeki tasnif heyetinin arasında Rescher'de bulunuyordu. İşte bu konuda Resher'in görüşlerini kendi ifadesinden dinleyelim:



***



''Günün birinde elime yazma bir kitap geçti. Baktım, hem başı hem de sonu eksik. Konusunu da çok iyi hatırlayamadım. Hocam İsmail Efendi'ye götürdüm. Bu kitap nedir? Hattatı kimdir? diye sordum. Şöyle bir baktıktan sonra 'Yaz' dedi; Baştaki, sondaki eksik sayfaları tamamlattı. Yazarını ve konusunu söyledi. Ben de bu kitabı yanımda saklamaya başladım. Bir gün Süleymaniye Kütüphanesi'ndeki kitapları tasnif ederken, bana söyleyerek başını sonunu tamamlattığı kitabın aynısı karşıma çıktı. Büyük bir heyecana kapıldım. Kütüphanedeki yazmalar, dışarı verilmediği için mecburen ertesi günü bekledim. Akşam eve gelince Hoca'nın ezbere tamamlattığı kitabı aldım ve sabahleyin Süleymaniye Kütüphanesi'nin yolunu tuttum. İki kitabı karşılaştırınca bir noktasını ve virgülünün eksik olmadığını, birbirine tıpatıp uygun olduğunu hayretle ve dehşetle gördüm.''



İsmail Saib Efendi, Müslümanlara sadakat gösterirdi. Hüseyin Efendi onun sınıf arkadaşı idi. Ermenilerin çoğunlukla gittiği kahvenin müşterisi gibi oda tutuklanmıştı. Hüseyin Efendi'nin siyaset ile hiç uğraşmadığını İsmail Saib Efendi de biliyordu. Kendisi Enver Paşa'nın babası ile görüştü. Daha sonra Cemal Paşa'ya gitti, Hüseyin Efendi'yi kurtardı. Hüseyin Efendi, I. Dünya Savaşı'nda ölünce, onun yerini Şâir ve Hattat Seyit Ahmed doldurdu.



***



Seyit Ahmed, Tebrizli idi. Hafız'a karşı özel bir sevgisi vardı, fakat aynı zamanda alkolik idi. İsmail Saib Hoca ile birlikte Hafız'ın şiirlerini beraberce okurlardı. Hoca tam bir Müslüman'dı. Ona göre içki bütün kötülüklerin anası idi. Ağzına kesinlikle içki koymazdı. Bir gün akşam karanlığından faydalanarak Seyit Ahmed kütüphaneden kaçmış, Hoca da peşine düşmüştü. Seyit Ahmed'i Bayezid Meydanı'nın ortasında yakalamıştı. Ne kadar güzel sözler söyledi ise de Seyit Ahmed'i yolundan döndürememişti. İyice sarhoştu. Bunun üzerine Hoca zora başvurdu. Uzaktan bakanlar meydan da iki sarhoşun dövüştüğünü sanacaklardı. Bereket versin ki karanlık onları örtmüştü. Gelip geçenlerde İsmail Saib Hoca'yı tanımazlardı…



***



İçki, Seyit Ahmed'i kölesi yaptıktan sonra, onu mezara götüreceği aşikârdı. Acıklı akıbeti yaklaşınca, Hoca ona bakmayı ve baktırmayı bir görev bilmişti. Kocamustafapaşa Caddesi'nde Davutpaşa Orta Okulu hizasında 140 numaralı ev Hoca'nın babasından intikal etmişti. Seyit Ahmed'i oraya götürdü. Seyit Ahmed, emr-i Hak vâki olunca Merkez Efendi Kabristan'ına defnedildi, daha sonra Hoca da oraya getirildi. Hoca'nın mezarı Seyit Ahmed'inki ile yan yanadır. Hoca, Müslüman dostuna böyle bağlı olduğunu bu şekilde ortaya koymuştu.


***


İsmail Saib Hoca'nın en büyük meziyetlerinden biri de müsamaha sahibi olması idi. İbnülemin Mahmud Kemal bu konuda şöyle söylemektedir:



'Kırk yılı geçen münasebetimiz esnasında, kendinin kemâline, başkalarının noksanlığına dair bir söz işitmedim. O noksanını kendinde, kemâli başkalarında görür; mahviyetkâr davranırdı. Bir ferde tahkir etmek hatırından geçmezdi.'



Bir gün kütüphanede Hoca ve İbnülemin Mahmud Kemal bir mesele hakkında konuşuyorlardı. O sırada biri içeri gelip bir şeyler sormuş. İsmail Saib Efendi, İbnülemin'den müsaade alarak cevap vermeye başlamıştı. Adam itiraz etti, fakat o asla hiddetlenmemiş; verdiği cevapların delillerini göstermeye çalışmıştı. Adam tekrar itiraz edince, İbnülemin Mahmud Kemal'in tepesi atmıştı:



''Hersek'li Arif Merhum, muhatabına hiddetlendiği vakit 'ama efendim, hezeyan ediyorsunuz' derdi. 'Biz de öyle mi diyelim?' diye o adamı terslemişti.''



İbnülemin, Hoca hakkında ayrıca şunları da söylemişti:



''Onun hilmine, tahammülüne, sukutuna gıpta ederim. Fakat hiçbir vakit de onu taklit edeceğime kani olmadım.''


#İlim
#Osmanlı dönemi
#Seyit Ahmed
7 yıl önce
İlim sakası – III
İkiyüzlü dünyanın 200 günü
Garson nereye baksın?
İnsafsız takas!
Erdoğan’ı/AK Parti’yi Kürtsüz bırakma operasyonu…
Riyakâr Bey ile ‘Yamyam’ Biraderler