|
Yılların izi

Elime aldığım bu kitap, bir hatırattan ziyade bir derya idi; son dönem tarihimizi, aydınlarımızın bir biri ile münasebetlerini seviyeli bir üslup ile anlatıyordu. Mahir Bey (İz) hiç kimseye borçlu değildi; aslında fazla yüksek mevkilere gelememişti, ama geldiği mevkiler ise anasının ak sütü gibi helâldi. Bunun için yazdıkları doğruydu.



Babası, imparatorluğun değişik yerlerinde kadılık yapmıştı. Küçük Mahir ise İstanbul'da gözünü açmış, daha sonra babasının peşinden giderek Midilli, Balıkesir, İsparta, Medine ve Ankara gibi illerde bulunmuş, 1924 yılından itibaren de İstanbul'a yerleşmişti. Mahir Bey, Ankara Sultanisi'nde genç yaşında öğretmenliğe başlamıştı. Sonrasında Büyük Millet Meclisi'nin zabıt kâtiplerinden biri olmuş, hiç kimsenin şahit olamayacağı olayları görmüş veya bunları muteber insanlardan dinlemişti.



***



Bir gün Meclis'te çok hararetli bir tartışma yaşanıyordu. Ali Şükrü Bey söz alıp kürsüye çıkmıştı. Herkesin istinasız hürmetini kazanan Hamidiye Kahramanı Rauf Bey, önünden geçen Ali Şükrü Bey'in belinden tutarak ona şu ikazda bulundu:



Şükrü yeter, yeter! Artık söz alma!



Ali Şükrü Bey'de Rauf Bey'e dönerek:



Rauf, ben bu işin fedaisiyim, anladın mı? dedi ve kürsüye çıktı.



Bu sırada Mahir Bey de zabıt müdürü Zeki Bey'e şöyle söylemişti:



Ali Şükrü Bey, bu gece idam fetvasını eli ile imzaladı.



Mahir Bey, “Yılların İzi” isimli kitabının dipnotunda da bu konu ile ilgili güzel bir yorum yapmış:



“Ali Şükrü Bey'in iddiası şu idi: Bütün dünyadaki İslâm âlemi, tekmil ruhu ve vicdanı ile Makam-ı Hilafete bağlıydı. Bu kuvveti ihmal etmek, âdeta hıyanet-i vataniye idi. Hafi (gizli) celsede Ali Şükrü Bey'in Rauf Bey'e dönerek 'Ben bu işin fedaisiyim, anladın mı?' demesi, bu büyük kuvvetin âlemşümul tesirine inandığı içindi. İngiltere'nin yıpratmak istediği bu kuvvetti.”



***



Milli Mücadele'nin ilk yılları idi; Çankaya'da Mustafa Kemal Paşa'nın korunması için resmi muhafız kıtası teşekkül etmemişti. Bu görev Topal Osman Çetesi'ne verilmişti. Sonra düzenli ordu kuruldu, muhafız taburunun başına da İsmail Hakkı (Tekçe) getirildi. Topal Osman'ın kuvvetleri intizam tanımıyordu. Yerli yersiz olarak Meclis'e girip çıkıyorlardı. Bunlara dur diyen yoktu.



Bu konuda Mahir İz Hocamız şöyle yazıyor:



Galiba bir taşla iki kuş vurulsun, diye Ali Şükrü Bey'in izale-i vücudu Topal Osman'a havale edildi.



***



Ali Şükrü Bey ile Topal Osman hemşeri idiler; zaman zaman Merkez Kıraathanesi'nde bir araya gelir, nargile içerlerdi. Bir akşamüstü, yine Merkez Kıraathanesi'nin önünde buluştular. Sonra Topal Osman'ın daveti üstüne Saman Pazarı'ndaki evine gitmişlerdi. Topal Osman, kapıya bakan iskemleye geçmiş, Ali Şükrü Bey'e de karşındaki iskemleyi göstermişti. Oturmuşlar; hazırlanan iki nargile önlerine gelmiş, bir taraftan lakırdıya başlarken diğer taraftan nargilelerini içiyorlardı. Bu sırada kahveler de getirilmişti. Ali Şükrü Bey, fincanı eline alır almaz, birden dört çete mensubu içeriye girip yağlı ipi Ali Şükrü Bey'in başına geçirmişlerdi. Ali Şükrü Bey o esnada:



Osman! Yaktın beni, diye bağırmıştı. Can havli ile iskemlesinin hasırlarına kuvvetle asılmış, bilahare daha sonra naşının avucunda da hasır parçaları görülmüştü.



Çatışma devam ederken Topal Osman da yaralanmış, çeteciler bunun üzerine teslim olmak zorunda kalmışlardı.



Hocamız kitabında bu konu ile ilgili şöyle diyor:



“Osman Ağa'nın, çarpışma devam ederken çetesine, silâhlarını Çankaya'ya çevirmelerini emrettiği; fakat Rauf Bey'in, jandarmalar hareket etmeden evvel Çankaya'ya telefon ederek herhangi bir hadisenin vuku bulmaması için, Mustafa Kemal Paşa'ya istasyon binasına gelmesini tavsiye ettiği söylenenler arasında idi.”



***



İş meclise aksetmişti… Milli Mücadele'nin o karanlık günlerinde her kafadan bir ses çıkıyordu. İcra Vekilleri Heyeti Reisi Rauf Bey, kürsüden izah verirken Erzurum'un yiğit evladı Hüseyin Avni Bey, o güçlü sesi ile şöyle haykırdı:



Rauf Bey, katilleri biz sizden istiyoruz!



Bunun üzerine o da şu cevabı vermişti:



Katilleri mutlaka Meclisi Aliye'ye getireceğim.



Topal Osman'ın cesedi Taşhan'ın önündeki meydanda asıldı. Çetesi de silahtan tecrit edilip, muntazam bir şekilde meclisin önünden geçirilerek memleketlerine gönderildi.



Ali Şükrü'nün mübarek naşı ise Hacı Bayram Cami'ine getirildi. Bu, Mahir Bey'in hayatında taşıdığı ilk tabuttu. O akşam Mahir Bey eve döndüğünde teessüründen bir mersiye yazmıştı. Sabah olunca, Tâceddin Dergâhı'na gidip 'Tanyeri' gazetesinde bu mersiyenin neşrini isteyecekti. Öncelikle Mehmet Akif Bey'e mersiyeyi gösterdi, o da sessizce okudu. Sonra Mahir Bey'e dönerek:



Şimdilik dursun, dedi.



Âkif'in bu cevabı, yangının üzerine körükle gidilmemesi gerektiğine işaretti…

#Kitap
#Meclis
7 yıl önce
Yılların izi
Tevradî bir mitin Kur’anî bir kıssa ile tashihi
i-Nesli anlaşılmadan siyaset de olmaz, eğitim de…
İç talebe ilişkin öncü göstergeler ilave parasal sıkılaştırmaya işaret ediyor!
Enerjide bağımsız olmak
Târihin doğru yerinde durmak