Küçük'ün malum programdaki cümlelerinin ve ardından yaptığı savunmaların arasında gözlerden kaçmayan
kaygısı önemli.
Batı'yla yaşanan gerilim bazılarında psikolojik baskı oluşturmaya başlamış olmalı ki, son zamanlarda Müslümanlara yapılan saldırılarda,
söyleminin yanına
cümleleri eklenivermiş durumda. Aslında bu tedirginlik, bu panik ve
” şeklindeki ruh hali bir süredir vardı; 16 Nisan sonrası dile döküldü.
Batı'yla da Doğu'yla da gönül ister ki normale dönelim, bu çatışma hali bitsin ve hayat idealde olması gereken seyrine dönsün. Ama
bakışı çözüm mü, işte ondan emin değilim.
Eğer kurban vermek işe yarayacaksa, mesela Batı kabul ediyorsa beni verebilirler Batı'ya, yazdığım Suriye, Mısır, İslam yazılarının bedelini ödeyebilirim. Tatlı dille sorsalar, eminim bu ülkenin bekası için gitmesi gerekiyorsa gidecek, hatta canını verecek, yüzlerce, binlerce insan çıkar; en başta da o 'radikal', 'İslamcı' dediklerinin içinden. Zaten çoğunun dünyalık bir derdi yok; Filistin için, Gazze için canını feda etmeye hazır olanlar Türkiye için mi etmeyecek? Nitekim nasıl da ölmeye hazır yaşadıklarını, tereddüt etmeden ölüme koştuklarını 15 Temmuz gecesi gördük;
dediklerini duyduk.
O yüzden seni beni değil, FETÖ'yü kendilerinin yendiğini düşünüp Erdoğan'ın yanında bir tek kendilerinin durduğunu günde kırk kere söyleyenleri bile değil, mesela Halkbank Genel Müdür Yardımcısı'nı tutsak alıyorlar, Erdoğan'a hala
mesajı göndermeye çalışıyorlar.
Açılan posterlerde Erdoğan'ın şakağına silah dayıyorlar, onun kendileri için nasıl bir tehdit olduğunu gitgide daha bir ciddiyetle söylüyorlar. 15 Temmuz'da karşılarına çıkanları şehit etmekten çekinmediler, ama gerçek şu ki: Tek hedefleri, tek avlamaya çalıştıkları Cumhurbaşkanı Erdoğan'dı.
Belki Cem Küçük ve arkadaşları
diye düşünüyor, Cumhurbaşkanı'nın
cümlesini retorik buluyor olabilir, ama esas meseleyi ıskalıyorlar:
Evet, bu arkadaşlar bir konuda haklılar, iş ciddiye biniyor. Küresel güçler, Gezi günlerinde alay ettikleri, aşağıladıkları, hakir gördükleri Erdoğan için şimdi
ciddiyetine büründüler.
Diyelim ki 16 Nisan geçti, kampanya döneminde yükselen volüm düşürülebilir; gerilimin şu anki ana merkezi Almanya'da Eylül'de seçim var ve yükseltilen Erdoğan karşıtlığı sonucu, orada kimse bu dili düşürmeyecek. Hatta kampanya sürecinde liderler, Erdoğan'a vurmakta yarışacaklar.
Dahası mesele sadece bizdeki referandum, onlardaki seçimlerle alakalı değil ki. Onlar bizi bölmeye çalıştılar, ülkemizde iç savaş çıkarmaya çalıştılar, darbeyi desteklediler. Erdoğan'ın hayatına kastettiler. Arap devrimlerinin rotasını 'İslamcıları' güçlendiriyor diye değiştirdiler, ama Suriye iç savaşını büyüsün de bizi de içine alsın diye seyrettiler. İstedikleri kıvama gelince de, üstümüze süpürdüler. Bizi
diye terörle, ekonomiyle, darbeyle tehdit ettiler. Açık konuşalım, ortada söylemin çoktan ötesine geçmiş bir soğuk savaş var.
Ve bu savaş bitmiş değil. Türkiye bölünmedikçe, Erdoğan yıkılmadıkça, iş dönüp dolaşıp kendilerini vurmaya başladı. İşte bir milyon mültecinin adı bile İngiltere'yi AB'ye bağlayan son bağları koparmaya yetti. Obama gitti, Trump da mirasını yok ediyor. İngilizlerle Almanların arası az buz değil basbayağı açılıyor, kavgaya Fransa'yı da sokmaya çalışıyorlar. Artık 3-4 yıl önceki hallerinde değiller.
Erdoğan bu oyunu hiç beklemedikleri kadar iyi oynuyor, bu yüzden onlar için tehdit olmayı sürdürüyor. Şimdi de birlikte kalanları hız kesmeden geri püskürtmeye devam ederken, ayrılanların rekabet iştahlarını gıdıklıyor. Aralarını daha da açıyor. Yani iş ciddi olmasına ciddi olabilir ama, onlar için de ciddileşiyor... Buradan bakıp paniğe kapılmadan önce bunu da görmek gerekiyor.
Malum kesim endişe halinde her şeyi birbirine karıştırarak tüm İslamcıları toplayıp birkaçını kurban etmenin çıkış yolu olduğunu düşünüyor ya da Batı'dan birileri onlara böyle şeyler fısıldıyor olabilir. İyi hoş da, hiç kimsenin Erdoğan'ı kendilerinden daha fazla desteklemediğini iddia eden bu arkadaşlar, şimdi
derken Batı'nın esas meselesinin Erdoğan olduğunu nasıl akıldan çıkarabiliyor. Benim kafamı esas burası kurcalıyor.