|
Kim kazanıyor, kim kaybediyor?

Salı akşamına kadar başka şeyler konuşuyorduk, bugün başka şeyler... Geçen akşama kadar gündemimiz ve önceliğimiz İsrail anlaşması ve Rusya'yla yeniden onarılan ilişkilerdi; hatta Brexit... Bunların hepsi bir kenarda duruyor hala ama önem ve önceliği aynı değil hiçbirimiz için. Zira İstanbul Atatürk Havalimanı'nda gerçekleşen intihar saldırıları kalan her şeyi anlamsızlaştırdı, sildi süpürdü.



Saldırı haberini duyduğumda 'Yarın hangi konuda yazsam?' diye düşünüyordum. İsrail anlaşmasını gönlümüze sindiremiyor olsak da koşulları ve konjonktürü de hesaba kattığımızda nasıl anlamamız gerektiğini mi? Yoksa Rusya ile Kasım 2015'de sınırlarımızı ihlal eden Rus uçağının angajman kuralları çerçevesinde düşürülmesi sonucu gerilen ilişkilerin onarılmaya başlanmasıyla yakın gelecekte bizi nelerin beklediğini mi? Ya da, bu iki gelişmenin Suriye'ye yönelik olası etkilerini ve Reuters'ın Türkiye'nin angajman kurallarını 'NATO'ya uyumlu olarak' yeniden düzenlediği haberini mi? Salı gecesi itibarıyla yazının da konusu değişmişti, Türkiye'nin gündemi de...



Atatürk Havalimanı'nda gerçekleşen intihar bombası saldırıları, bir yılda yaşadığımız bir kısmı IŞİD eliyle bir kısmı PKK eliyle gerçekleştirilen dokuzuncu büyük terör eylemi. Vezneciler'de PKK'nın gerçekleştirdiği bombalı araç saldırısının üzerinden henüz bir ay bile geçmemişken bu kez de IŞİD İstanbul'u kana buladı. Diğer tarafta Güneydoğu'dan gelmekte olan şehit haberleri devam ediyor. Salı gecesi Van'da bir sivil ve üç asker, dün Derik'te iki asker PKK'nın saldırılarında hayatını kaybetti. İçeride durum buyken Suriye sınırında sınır güvenliğimize karşı tehdit devam ediyor. Kilis'in karşısında IŞİD ve muhalifler arasındaki çatışmalar devam ederken, PKK'nın Suriye kolu PYD, ABD liderliğindeki koalisyonun desteğiyle Suriye'nin kuzeyine hakim olma çabasını sürdürüyor. Öte yandaysa, Avrupa ve Rusya'nın açtığı alanların yanı sıra, Türk istihbaratına dayandırılan bazı haberlerde, Mısır'da Sisi yönetiminin son altı ay içinde PKK ile üç kez bir araya geldiği, Mısır'ın PKK'ya silah ve para transfer ettiği ve PYD'ye Kahire'de temsilcilik açma izni için yeşil ışık yaktığı ifade ediliyor.



Salt bu tablo bile, yani içeride patlayan bombalar, IŞİD'in ve PKK'nın bitmek bilmez terör saldırıları, Suriye sınırında yükselen yeni tehditler ve arkalarındaki uluslararası destek, nasıl bir terör kumpanyasıyla karşı karşıya kaldığımızı gösteriyor. Bu da Ankara'nın dış politikaya yeni bir ayar verme gereksinimini anlamamıza yetiyor da artıyor.



Doğrusu, İsrail'in altı yıl önceki Mavi Marmara saldırısı sonrası kopan ilişkileri, bir anlaşmayla yeniden başlatmak için iki ülke arasındaki temaslar uzun süredir devam etmekteydi. Bu anlaşma beklenmedik bir gelişme değil, ancak bazılarının iddia ettiği gibi bir zafer de değil. Ne Gazze halkı ne de Hamas bu anlaşmayı alkışlarla ve sevinç çığlıklarıyla karşılıyor. Ama herkes durumu 'anlıyor'. Kime sorsanız bu anlaşmanın neden bu şartlarda ve şimdi yapıldığını anladığını söylüyor ve Türkiye'ye bugüne kadarki iyi niyeti ve çabası nedeniyle binlerce kez teşekkür ediyor. İsrail tarafında da, koalisyon hükümeti bu anlaşmayı onaylasa da orada da bir zafer havası hakim değil. Hatta, sağcı medya, Hamas'a karşı daha fazlasını Türkiye'den koparabilecekken Netanyahu'nun yanlış yaptığını düşünüyor. Bir teselli olacaksa eğer, ne kazanan var ne de kaybeden.



Öte yandan, Türkiye'nin Rus uçağını düşürmesi kasıtlı ve planlı bir durum değildi ve o günden bugüne ilişkilerin normale dönmesi arzusunu Türkiye sıkça dile getirmişti. Rusya bir yandan Suriye'de Esad'a destek çıkarak şehirlere bomba üstüne bomba yağdırırken, gerek Kremlin gerek Rus medyası Türkiye'ye karşı agresifliğini yükseltirken Ankara buna aynı tonda cevap vermedi. Evet, Rusya'nın ikazlara rağmen Türkiye sınırını ısrarla ihlal etmeye devam etmesi noktasında yapacak iki şey vardı: Ya angajman kurallarını uygulayacaktık ya da kuralları değiştirecektik. Sonunu planlamadan ilkini uyguladık ama ne biz memnun kaldık ne de Rusya mutlu oldu. Türkiye ile ilişkilerinin dışında da, ekonomik yaptırımlar, askeri harcamalar vb. nedenlerle sıkıntıda olan Rusya da, istediğini alamayınca ses tonunu düşürmüştü ve iki ülkenin eski durumuna gelebilmesi için iki tarafın da onuruna zarar vermeyecek bir formül aranıyordu; bulundu. Özetle burada da ne kazanan var ne de kaybeden.



Ama kaybedilen çok önemli bir şey var, o da kan ve can. Türkiye'nin daha en başta, bölgede dostlarını kaybetmesine, ilişkilerinin zedelenmesine, dünyada imajının zarar görmesine, son üç yıldır içeride ve dışarıda bu kadar yıpranmasına neden olan da, bugün terörü bu kadar büyüten ve güçlendirenle aynı.



Terör kumpanyası durmak bilmiyor. Önceden mala, imaja ve itibara gelen zarar, bugün cana geliyor. Daha önce Suriye'ye yönelik insani politikalar için, komşu ülkedeki milyonlarca mağdur ve de mazlum insan için ödenen bedele dayanılabilirken bugün bıçak kemiğe dayanmış görünüyor.



Lakin, gel gör ki, bu oyunu kurgulayanlar, Suriye'deki savaş Türkiye'yi de içine alsın diye uzattıkça uzatanlar, terör örgütlerini kucağına alanlar da kazanamıyor. İşte İngiltere'nin durumu ortada. Avrupa Birliği kendi derdine düşmüş, nasıl toparlanacağını düşünüyor. ABD ise, başına Donald Trump diye bir belayı sarmış nasıl kurutulacağını bilemiyor. Seçici geçirgen politikalarla kontrol altında tutabileceklerini düşündükleri terör, Orlando'dan Paris'e, Brüksel'den Mısır'a her yerde onları da vuruyor ve artık kontrolden çıktığını ilan ediyor. Kazanan belli, aşırılık ve nefret; yükselen belli, ırkçılık ve terör; kaybolan da belli, huzur ve güven.


#Atatürk Havalimanı
#Rus medyası
#Hamas
8 yıl önce
Kim kazanıyor, kim kaybediyor?
Mülâhaza etmek
Siyasetçileri bürokratlara kurban etmek
Musallada bir sosyolog daha… Vehbi Başer’in ardından
Taşkent’in öbür yüzü
‘Korkuluk’…