|
Sistem değiştirmenin zamanı mı?

MHP lideri Devlet Bahçeli, geçen hafta referandum sinyali verince, Başkanlık Sistemi tartışmaları süratle gündeme oturdu. Bahçeli'nin vurgusu açıktı. MHP lideri parlamenter sistemden yana olduklarını, ancak mevcut 'fiili durum'un hukuki bir yola oturtulması gerektiğini düşündüklerini belirterek, millete görüşünü sormanın ve anayasanın halkın vereceği karara göre şekillenmesi gerektiğini söylüyordu. Yani mevcut çıkmaz durumu demokrasinin en temel yöntemiyle, yani halka sorarak çözmeyi öneriyordu.



Sistem, anayasa ve referandum tartışmaları yeniden gündeme gelince, ana muhalefet partisi CHP başta olmak üzere çeşitli çevrelerden, değil bu konunun tartışılmasına ve vatandaşın önüne çıkarılmasına, tartışmaya açılmasına dahi gelen tepkiler gecikmedi. Alışageldiğimiz “Başkanlık sistemi tek adamlıktır, milletin iradesi tek kişinin iradesine temsil edilemez” gibi maddi hatalarla dolu absürt ve ezbere argümanların yanı sıra, belki de en makul görünen eleştiri, “İçinden geçmekte olduğumuz koşullar göz önünde bulundurularak, bu konuyu tartışmanın zamanının 'şu an' olmadığını” söyleyenlerinkiydi.



Evet, içinde bulunduğumuz durum ortada. Suriye ve Irak'ta savaş durumu, sınır ötemizde savaş içinde yaşanan savaşlar, sınır dışından içeriye sokulmak istenen kaos, devlet dışı aktörlerin yükselişiyle fırsatı değerlendiren ve altın çağını yaşayan terör, bölgenin içinde bulunduğu asimetrik savaş hali ve üzerinde durduğumuz, erozyona hayli müsait kaygan zemin, PKK ve Daiş'in yanı sıra 15 Temmuz'da darbeye yeltenen FETÖ, ülkeyi dışarıdan silah sıkanlardan, devleti içine sızmış teröristlerden temizlemek için sürdürülen yoğun mücadele, yarın öbür gün Türkiye için yeni terör tehditleri oluşturabilecek Haşdi Şaabi gibi mezhepçi örgütlerin yükselişi, artık hiç kimsenin 'yok canım, komplo teorisi bunlar' diyemediği' bölgedeki yeni dizayn çabaları, çizilmeye çalışılan yeni sınırlar ve haritalar, uluslararası medya ve finans çevreleri üzerinden kurulmaya çalışılan diplomatik ve ekonomik baskı... Saymaya kalktığınızda çok işimiz, çok problemimiz var.



Fakat bu meselelerin önemli bir bölümü mevcut gücümüzün ötesinde ve kontrolümüz dışında gerçekleşirken, aynı zamanda doğrudan ya da dolaylı olarak Türkiye'nin yönetim sistemine, sistemin çıkardığı engel ve arızalara da dayanıyor. 1982 Anayasası da, önceki 1961 Anayasası da darbe sonrasında yazılmış ve milleti devlete tehdit olarak gören bir anlayış üzerine şekillendirilmiş anayasalar. Dış tehditlerin bu denli ayyuka çıktığı, daha doğrusu görünür hale geldiği bir zeminde, vatandaş ve devlet arasındaki ana sözleşmenin güven üzerine inşa edilmesi, devlet ve millet arasındaki fiili barışın kağıt üzerine dökülmesi ve artık hem devlete hem millete yönelik tehditlere odaklanılması gerekiyor. Bunun için de yeni anayasa şart. Dini, etnik kimliği, dili, siyasal görüşü fark etmeksizin herkesin kendini, azınlık çoğunluk demeden eşit ve güvende hissettiği, adil, hakka ve hukuka dayalı bir toplumsal sözleşmeye ihtiyacımız var. Buna da ideolojik takıntılarına hapsolmuş olanlarla gizli ajanda taşıyanlar hariç kimsenin karşıtlığı yok.



Ancak öte taraftan, küreselleşen dünyada iç ve dış meseleler birbiriyle doğrudan bağlantılı iken, mevcut kırılgan fay hatları üzerinde karşımızdaki mevcut girift problemleri çözmek esneklik, sürat ve güç gerektiriyor. Bu yüzden sadece anayasayı değil, Misak-ı Milli'yi, Lozan'ı, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş sürecini, 100 yıl önce neler olup bittiğini konuşuyoruz. Bir yandan Türkiye'nin potansiyeline, mecburiyetlerine, karşı karşıya olduğu fırsat ve tehditlere, öte yandan elleri kolları bağlı haline bakarak nasıl bir sisteme ihtiyacımız olduğunu tartışıyoruz. Çünkü bir devletin yönetim sistemi, sadece devlet içinde hükmetme gücünü değil, dışarıdaki gücünün de sınırlarını belirliyor. Türkiye'yi yönetme gücünün kimin ve kimlerin elinde olacağını belirlemek, sadece içeride değil dışarıda da sorumluluğun kime ve kimlere dağıtılacağının da belirleyicisi oluyor.



Karşı karşıya olduğumuz problemleri işaret ederek “Sistem değişikliğini konuşmanın şimdi sırası değil. Önce sorunlarımızı çözelim, sonra salim kafayla değerlendiririz,” demek, ilk bakışta rasyonel, sağlamcı ve sabrı telkin eden bir yaklaşım gibi görülebilir. Ancak bu bakış, tam tersine esas meseleyi ıskalamak demektir. Karşımızdaki sorunlar, zaten bize kağıt üzerinde çizilen hem coğrafi hem de anayasal sınırların 'fiili olarak' ötesine geçtiğimiz için, sınırlarımızın içine çekilelim ve haddimizi bilelim diye önümüze çıkarılan iç ve dış kaynaklı engeller.



Daha da ötesi, devletlerin geçirdiği büyük değişimler tarih boyunca hep böylesi kaos zamanlarında yaşanagelmiştir. Değişebilenler gücünü korumayı, hatta artırmayı başarmış, değişemeyenlerse zayıflamış, küçülmüş ya da yıkılmıştır.



Amerikan İç Savaşı'ndan Sovyetlerin çöküşüne, Roma İmparatorluğu'nun yıkılışından Vestfalya Barış Anlaşması'yla ulus devletlerin doğuşuna, krallıkların çöküp monarşilerin, demokrasi, cumhuriyet ve federasyonların yükselişine, Osmanlı'nın yıkılıp Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşuna tarihteki tüm büyük değişimler, böylesi kaotik ve kırılgan zamanlarda gerçekleşmiştir. “Hele şu problemleri çözelim, sonra nasıl yönetileceğimize bakarız,” diyen mecburi değişimi ve dönüşümü ertelemiş, sonunda kaybeden, çöken, yıkılan olmuştur.



Dünyaya geniş açıdan baktığımızda, içinden geçmekte olduğumuz dönemin işaret ettikleri, üzülerek söylemek gerekir ki, kaosun kısa sürede bitmeyeceğini gösteriyor. Yakın ve orta vadede dahi geleceğin tahmin edilmesi ancak büyük savaşların başlangıç dönemlerinde böyle güç olmuştur. O nedenle değil sona yaklaştığımızı düşünmek, gerçek kaosun daha yeni başladığını bile söyleyebiliriz. Bu nedenle, hele ki hala vakit varken değişimi ve dönüşümü ertelemek, yapılacak en büyük yanlış olur.



Sözün özü, değişmezsek zayıflarız, çökeriz, yıkılırız; değişirsek güçleniriz, yükseliriz ve yeniden doğarız.


#Devlet Bahçeli
#İç Savaş
#Sovyetler
#FETÖ
7 yıl önce
Sistem değiştirmenin zamanı mı?
Millî ve yerli atılım
Kara dinlilerle milletin savaşı
X’e kısıtlama an meselesi
Musevî bir yasadan Kızıl Düve miti üretmek
Sosyal çürüme yazıları 2: Her türden bağımlılıklar cumhuriyeti