|
Ortadoğu’da kaos ve bölgesel savaş mı?

Neocon-Evangelistler olarak nitelendirilen bir takım lobi ve güç odaklarının Ortadoğu’ya ilişkin bir kaos ortamını öngördüklerine ilişkin sürekli yorumlar yazılıp yayınlanır. Batıya göre, Ortadoğu veya Yakındoğu denilen Eski Dünya’nın kalbi/merkezi bölgesi son iki asırdır Batı Avrupa’da yükselen güçlerin, diğer tabirle ecnebilerin müdahalelerine maruz durumda.. Önceleri Portekizliler, sonra Fransızların ve İngilizlerin musallat olduğu bölgeye ilişkin dizaynda İkinci Cihan Harbi’nin ardından daha ziyade ABD ön plana geçti.


Osmanlıların 1517’den itibaren bölgede oluşturdukları Pax Ottomana durumu 18. Yüzyıl sonları ile 19. Yüzyıl başlarında çözülme eğilimi gösterdi. 18. Yüzyıl sonlarındaki Vahhabi ayaklanması, Fransız imparatoru Napeleon’un Mısır’ı kısa süreliğine de olsa işgali bu durumun çözülmesinin bidayetini teşkil etti. 19. Yüzyılda Aden Körfezi, Umman ve Bahreyn meseleleri uzak denizlerde hakimiyet tesis eden İngiltere başta olmak üzere düvel-i muazzamanın müdahalelerinin sonucuydu. Bu tarihlerde, anılan bölgelerde Osmanlıları metbû kabul eden yerel/mahalli idareciler zaman içinde bu ecnebilerle iş tutan yerel güç odakları haline geldiler. 19. Yüzyıl sonu ve 20. Yüzyıl başında çözülme ciddi anlamda hızlandı. Mekke-i Mükerreme Emiri Talip Paşa’nın daha Sultan II. Abdülhamid zamanında İngilizlerle gizli yazışmalar yaptığı tesbit edilebilmektedir. Kuveyt Kazası Kaymakamı Mübarek El-Sabah 1899 Yılında İngiltere ile bir muahede/mukavele imzalar. 1868’de Yemen’de Taizz’e bağlı Şeyh Said sahili ise Şeyh Ali Sâbit adlı mahalli bir idareci tarafından 425.000 Franka bir Fransız şirketine satılmaya çalışılmış, Mahalli idareci inkar etmesine karşın, Fransızlar bu satışın gerçekleştiğinin ileri sürerek bu sahilleri birkaç kez işgale teşebbüs etmiştir. (Şeyh Said Meselesi, Roma Sefir-i Kebiri Mehmed Nâbi-Süfera-yı Saltanat-ı Seniyyeden Rumbeyoğlu Fahreddin, Matbaa-i Amire, İstanbul, 1334; Kuveyt Meselesi, Matbaa-i Amire, İstanbul, 1334; Necd Kıt’ası;Matbaa-i Amire, İstanbul, 1334)

1882’de İngiltere Hükümeti Hidivler idaresindeki Mısır’ı Urâbî Paşa isyanını gerekçe göstererek işgal eder. İtalyanlar 1911’de Libya-Trablsgarp ve Bingazi’ye asker çıkarır. 1912’de Balkan savaşının patlak vermesiyle Libya-Bingazi-Trablusgarp tümü ile İtalyanlara terk edilir.

Harb-i Umumi’de 1916’da İngilizlerle Fransızlar bölgeyi paylaşma konusunda mutabakata varırlar. İngiliz diplomat Mark Sykes ile Fransız Hariciye Nâzırı François G. Picot arasında varılan mutabakat gereğince bölge paylaşılır. Bu mutabakat daha sonra çizilen yeni sınırların, kurulan ulus devlet sınırlarının zeminini oluşturur. Sultan III. Selim’in “Göğsümün üzerinde ecnebi ellerini hissediyorum” sözüne atfen Sultan II. Abdülhamid Hân’ın “Ben ise ecnebi ellerini ciğerlerimin içinde hissediyorum” sözünü doğrularcasına bölgede ecnebi elleri kalıcı hale gelir. Ecnebi müdahalesi hiç eksik olmaz. Bölge aynı zamanda ecnebi güç odaklarının rekabet ve çatışma sahası haline gelir. Yine Birinci Dünya Savaşı esnasında Filistinde bir Yahudi yurdu oluşturulmasını öngören Büyük Britanya Hariciye Vekili Arthur Balfour’un ünlü deklerasyonu/mektubu yayınlanır.

Osmanlı bölgeden tamamen çekilip dağılması ardından bölgede manda altında devletler ve ulus-devletler oluşturulur. Filistin’e İngiliz mandası altında yoğunlaşan Musevi yerleşimi 1948’de İsrail’in kuruluşu ve ardından zaman zaman patlak veren Arap-İstrail savaşları, İsrail’in 1967’de Kudüs, Mescid-i Aksa, Batı Şeria ve Golan Tepeleri ile Sina yarımadasını işgal etmesi, İsrail’in Orta Doğu Politikasının merkezine oturması ile neticelendi. 1980-88 arasındaki İran-Irak Savaşı, 1990’da Kuveyt’in Irak-Saddam tarafından işgali, 1991 I. Körfez harbi ve 2003’te Irak’ın işgali, 2011’den itibaren baş gösteren Arap Baharı ve iç savaşlar bölgeye yönelik çeşitli projelerin uygulamaya sokulmasının neticeleriydi.

Bölgenin, dahası İslam dünyasının son üç asırdır yaşadığı inkıraz/çöküş; Batı Avrupa’nın yükselişi ve uzak denizlerde hakimiyet tesis etmesi, bu çerçevede teknolojik gelişmeler ve kontrolün artması şeklinde tezahür etmiştir. İslam dünyasının yüzyıllardır içinde bulunduğu edilgenlik ve mağlubiyet hali daha da ağırlaşarak süregelmektedir.

Daha, İki Kutuplu Dünya sisteminin çözülmesi, Sovyet/Doğu blokunun çökmesinin ardından Körfez krizi ile birlikte bölgede haritaların yeniden çizilmesi/değişimine dair Batı Journallarında peş peşe makaleler yayınlanıyordu. Evangelist Neoconlar, Armageddoncu bir inanç zemini ile bölgede kaosu/karmaşayı öngörürken, Küreselcilerin bir bölümü daha küçük, parçalanmış ve ufaltılmış yeni siyasal birimler/yapılar öngörmektedir. Bölgeye ilişkin Batıda farklı güç odakları/lobiler arasındaki görüş farklılıkları ve çelişkiler bölgeye yansıdığında daha çok kaos ve karmaşanın ağır bastığı gözlemlenmektedir. Bu yansımalar dış bağlantıları güçlü bölgedeki mahalli güçler, odaklar üzerinden tezahür ettiğinden direnç pek söz konusu olamamaktadır.

2011’de patlak veren/verdirilen ve Hazana dönüşen Arap Baharı, zincirleme kaos sarmalının tetikleyicisi/katalizörü oldu. Suriye’de süregelen iç savaş, bunun meyvesi olarak oluşan PYD/Siyonizm koridoru; bunun Irak Kürt bölgesine ve Türkiye’ye yansıması, Yemen’de süregelen savaş, Suud-İran rekabetinin kızışması, Türkiye’nin bu süreçte Rusya ve İran ile yakınlaşması ve en son Katar Krizi ile başlayıp Suudi Arabistan’daki ABD destekli Saray darbesi; yükselen Lübnan Krizi olayların baş döndürücü bir hızla ilerleme kaydettiğini göstermektedir.

Suudi Arabistan’da yeni Veliahd’ın ABD’ye dayanarak hanedan içerisinde gerçekleştirdiği bazı prenslerin öldürülmesi ile neticelene tasfiye operasyonu birçok sancılı süreci tetikleyecek nitelikte. Zira, Suudi Arabistan yönetimi dışarıda Anglo-Saxson aklın destek ve dizaynına dayanırken içeride hassas dengelere dayalı bir koalisyon niteliğindedir. Suudi hanedanı yönetimi diğer güçlü aileler/sülaleler ve imtiyazlı aşiretlerle paylaşmaktadır. Kraliyet ailesi dışında Muhammed bin Abdilvahhâb’ın torunları olan Alu’ş-Şeyh ailesi ve Ka’be’nin anahtarlarını Cahiliyye döneminden beri elinde bulunduran Beni Şeybe ailesi gibi güçlü aileler orada iktidarın ortaklarıdır. Suudi kraliyet ailesinin mensubu olduğu söylenen Aneze aşiretler konfederasyonu, Harbi, ve Cüheni aşiretleri gibi imtiyazlı aşiret konfederasyonları da iktidarın paydaşlarıdır. Burada dengeler bu güç paylaşım ile refah payı dağıtımı dengeleri üzerine kuruludur.

Suudi Arabistan’da Körfez Savaşlarının finansal maliyeti ve petrol fiyatlarının düşüşü ekonomiyi ve refah payı dağıtımını olumsuz yönde etkilemiş olup, eskisi gibi refah payı dağıtılamaması Harbiler, Cüheniler gibi imtiyazlı aşiretleri bile ekonomik olarak zor duruma sokmuştur.

Suudi Arabistan’da, Haremeyn idaresi, Kadılıklar/Mahkemeler/yargı, Müftülükler, Camiler, Dini eğitim kurumları tüm bu alanlar Aluş’-Şeyh ailesinin denetiminde olup, Veliahd’ın ultra-Modernleşme-Batılılaşma yönündeki “Ilımlı İslam” projesi ileride bu ailenin büyük direnci ile karşılaşacaktır. Kraliyet ailesi ile Alu’ş-Şeyh ailesi arasında olası bir sürtüşme ve çatışma yönetimin ana omurgasının çökmesi anlamına gelecektir. Bu durumda Alu’ş-Şeyh ailesi akrabaları olan Katar Emir ailesi ile yakınlaşabilir. Zaten Yemen’deki savaş, Katar ve Lübnan krizi; İran ile Suud arasında tırman gerilim. ABD destekli Veiahd Prens’in operasyonlarının Suudi Arabistan’ın parçalanması ve tüm bölgenin belki Türkiye’yi de dahil edecek şekilde muhtemelen kaos sarmalına maruz bırakılması neticesini verecektir.

#Ortadoğu
#Suudi Arabistan
#ABD
#Vahabilik
#​Neocon-Evangelist
6 yıl önce
Ortadoğu’da kaos ve bölgesel savaş mı?
İslâm dünyasının sorunu, demokrasi sorunu değil, bağımsızlık sorunudur
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?