|
Terör, kaos ve coğrafyamızın geleceği - 2

Coğrafyamızın, uzun zamandır, Atlantik'in iki yakasındaki güç odak/dengelerinin çatışma arenası, müdahale/mücadele alanı haline gelmiş olması hasebiyle bela ve krizlerden başını kurtaramamaktadır.



Cihan harplerinin ardından güç merkezinin Kuzey Amerika'ya kayması, Batı Avrupa'nın artık duraklama dönemine girmesi ile buradan gelen müdahalelerin daha yoğun biçimde hissedildiği gözlemlenmektedir.



Geçen yüzyılda Anglo-Saxon iradenin bölgede ulus-devlet yapılanmalarıyla belirlediği yapı, 1989 sonrasında tedricen çözülme sürecine girdi. 1991 Körfez savaşı bunun miladı gibi oldu. Bu dönemden beri süre gelen hadiseler bölgeyi yeni oluşumlara mahkum ettiği gibi, belirsizliğe de sürükledi. Bölgenin kendi dinamiklerinden ziyade ecnebi müdahalelerinin belirleyici olması, ecnebi güç çevrelerinin kendi aralarındaki rekabet ve çatışma belirsizlik ortamını iyice azdırmaktadır. Yanı sıra, Irak, Afganistan işgalleri ve “Arap Baharı/Hazanı” süreçleri Afganistan'dan, Libya'ya, Mağrib'e kadar bir kaos/iç savaş zemini oluşturdu.



Eski statükonun ilgası ve yeni dengelerin oluşumunda, kaos zeminini/teorisini öngören ecnebi odaklar son yıllarda ön alarak, küreselcileri arka plana itti. Bir yanda, neocon olarak nitelendirilen, kaosu öngören çatışmacı teorik zemin üzerinden hareket eden güç merkezi ile sermaye birikimi/hegomonyası üzerinden hareket eden küreselci siyaset/ekonomi güçleri arasındaki rekabet ve bunun bölgeye yansıması diğer yandan, kaosu öngörüp, kaos zemini üzerinden yeniden düzen kurmayı hedefleyenlerin güç dengesinde ağırlık kazanması daha karmaşık bir ortama sürüklemektedir.



“Kaos'tan Düzen Çıkar” tarzındaki yaklaşım ve önermeler ilk bakışta, “Su bulanmadan durulmaz” ve benzeri söylemlerle örtüşse bile, “Bu süreç ne kadar sancısız geçecek; Kaostan sonra düzeni kim nasıl neye göre kuracak?” sorularına cevap verilememektedir. Geçen yüzyılda her iki Cihan Harbi sonralarında kurulan düzenler referans alınsa bile, bunların maliyetinin sorumluluğu/vebali düşünülmemektedir. Her iki savaştaki insan vs. kaybının vebali/sorumluluğu ne olacak. Her iki savaş sonrasında bölede ve dünyada kurulan düzenler kimlere yarar sağladı. Bölgemizin/coğrafyamızın yararına olmadığı tecrübe ile sabit. Yeniden benzeri büyük kaos ve savaşlara bu merkezden davetiye çıkarmak, üstelik Armegeddoncu senaryoları kutsayarak bunları dillendirmek büyük bir sorumluluk ve vebali getirir. Hele ki, Bir kısım Müslümanların, Eşratu's-Sâ'a ile ilgili rivayetleri, “Melhame-i Kübra” diye, Armegeddon fantezileriyle örtüştürerek, böyle bir fikir/zihin tayfına tutulmuş olması daha büyük bir trajedidir.



Bölgesel güç odaklarının/aktörlerin kaos ve şiddet ortamlarında çok daha zayıfladığı/zayıflatıldığı âşikar. Bu durumda, Sonuçta yeni kurulması mülahaza olunan düzen/yapının yine bölge dışı ecnebi güçler eliyle tesis edileceği de açık. Bunun da, önceki düzen ve yapılarda olduğu gibi bölgenin, bölge halklarının lehine olmayacağı da görülmektedir. Birinci Dünya Harbi akabinde, Osmanlı İmparatorluğunun yayıldığı coğrafyada oluşturulan ulus-devlet merkezli siyasal yapının son yüz yılda kan/gözyaşı ve trajediden başka bir neticeye yol açmadığı görülmüştür. Hele ki, 1950'lerden itibaren Mısır'dan başlayarak Sosyalizm soslu, Arap Milliyetçiliğine dayalı askeri idarelere/diktatörlüklere kapı aralanması trajedilerin katlanmasına sebebiyet vermiştir. 1950 sonrasındaki, Nasırcı/Baascı askeri idarelerin, özellikle, Kürtlere yönelen nasıl bir trajik ortama yol açtığı ortada. Ayrıca, 1948'de İsrail'in kuruluşu ve bölge siyasetinin İsrail merkezli şekillenmesi ile Filistinlilere halen de yaşatılan trajedi bunu kat kat artırmıştır.



Yeni düzen oluşturma gerekçesi ile, bölgeye salınan kaos/kargaşanın ileride ne tür trajedi/travmalara yol açacağı tahmin edilemez. 1975 Nisan'ında Lübnan'da bir minibüsün taranması ile baş gösteren iç savaş 15 yıl sürdü. Çok fazla sayıda insanın hayatına mal oldu. Nice ocaklar söndü. Bugün, Irak, Suriye, Libya ve Yemen'deki iç savaş ve kaos ortamının nerede duracağını kestirebilmemiz bir hayli güç. Ve bunların daha başka büyük kanlı hadiseleri tetiklemeyeceğini de garanti edemeyiz. Üstelik, terör unsur ve odaklarının insan/toplum güvenliğini bir çok alanda tehdit eder şekilde ön alması daha da karmaşık/içinden çıkılmaz bir ortama sürükler.



Sultan III. Selim'in “Göğsümün üzerinde ecnebilerin ellerini hissediyorum“ dediği dönemden beri, coğrafyamız, İslam Dünyası gün geçtikçe ecnebi/Düvel-i Muazzama vesayetine daha da teslim edilmektedir. Bölgesel iç dinamiklerin de artık ecnebi elleriyle oluşturulup belirlendiği bir safhaya doğru yol alıyoruz. Buna karşı, inşa edici/kurucu uzun vadeli bir zihin/akıl/zemin üzerinden mücadele metodu, direnç zemini/mukavemet hattı oluşturup bu yönde hareket edilmesi icab ederken, geleneği olmayan, ötekileştirmeyi zemin ittihaz eden, reaksiyoner/idedolojik fikir akımlarını baz alan, esas ittihaz eden kısa vadeli, dipsiz maceralara sürükleyecek stratejiler daha büyük felaketlere zemin oluşturur. İslam'ın, bölgenin/coğrafyamızın, insanımızın geleceğini karartacak adımlardan kaçınmak; bu anlamda sorumluluk/vebal hissine sahip olmak başta gelen esastır. Burada İmam-ı Gazzali, Abdulkâdir Geylani, Mevlana Celâleddin-i Rumi, Şah-ı Nakşibend, Mevlana Halid ve Bediüzzaman gibi inşâ edici/kurucu şahsiyetlerin rehberliğine ve irfanına, “Müsbet Hareket”ine o kadar ihtiyacımız var ki...




#Terör
#kaos
#İmam-ı Gazzali
#Abdulkâdir Geylani
#Mevlana Celâleddin-i Rumi
#Şah-ı Nakşibend
#Mevlana Halid
8 yıl önce
Terör, kaos ve coğrafyamızın geleceği - 2
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir
Yeni tehditler ve Türkiye’nin kurumsal güncellenmesi