|
Türkiye, Ortadoğu ve İslamofobya-1

Bölgenin eski patronu olan bir imparatorluğun bakiyesi ve mirasçısı olarak son 90 yılda kendisine Batı Avrupa ve resmi ideoloji tarafından ve hatta sınırlarına mayın döşenerek Ortadoğu haram kılınmış olan Türkiye''ye son yıllarda Ortadoğu denklemine dahil olması adeta farz kılınmıştı. Esasen, neredeyse son 90 yıllık, “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” söylemine, daha keskin bir ifade ile “Kâbe Arab'ın olsun, Çankaya bize yeter” hezeyanına dayalı Misâk-ı Millici hariciye siyasetinin Türkiye'ye ve Ortadoğu'ya çok şeyleri kaybettirdiği iyice açığa çıkmaktaydı.



Medeniyetler beşiği olup, Batı Avrupalılarca Ortadoğu olarak adlandırılan eski dünyanın merkezi Küçük Asya ile birlikte birçok sorunu içinde barındırdığı gibi, İki asırdır “Düvel-i Muazzama”nın kurduğu dengeler, cetvelle çizdiği sınırlar içinde de cadı kazanı haline gelmiştir.



Son yıllarda çeşitli mahfillerde ve medyada çok sık dillendirilen “Yeni Ortadoğu, projeleri çerçevesinde bölgeyi yeniden şekillendirme senaryoları süregelen olaylarla bitiştirildiğinde ürkütücü/ kanlı tablolar ortaya çıkmaktadır.



Bu coğrafyanın dini, mezhebi ve etnik yapıları da gözönüne alındığında, bölge sorunlarına gerçek anlamda zihin yoranları hafakanlara sokmakta, kâbuslar gördürmektedir. Bundan beş yıl öncesinde Batıdan bölgeye pompalanan ve Arap Baharı ile özdeşleştirilen”güzel gelecek ve özgürlük” rüya ve hülyaları, yine bizzat birbiri ile rekabet halinde olan batılı bazı güç odaklarının eliyle ve marjinal/tekfirci akideye dayalı örgütler eliyle “Hazan” olarak karşımıza çıkmıştır.



Bir yandan Ortadoğu ve Küçük Asya''nın yeniden şekillendirilmesine ilişkin, 90'lı yılların hemen başından beri öngörülen yapılanma diğer yandan bölgenin etnik ve mezhebi dengeleri üzerinden sergilenmek istenen proje ve kanlı kaos senaryolarının doğuracağı sorunlar insanı derin endişelere sevk etmektedir.



Küçük Asya ve Orta Doğu'da iki asra yakın yaşanan hercümerç, özellikle bugün gelinen nokta bundan sonrasına ilişkin belki daha büyük olayların habercisi niteliğindedir. Atlantik''in doğu ve batısının yüzyıllardır Ortadoğu ile olan ilişkisi sürekli sancılı olagelmiştir. Dahası, Helenistik ve Roma imparatorluğu dönemlerinden beri bunun böyle olduğunu söyleyebiliriz. Özellikle Haçlı Seferleri ile başlayan kutsallıkla bitişen alakanın daha travmatik bir çizgi izlediği ortada. Batı'da Evangelist Neocon'ların bu yöndeki senaryoları ve tutumları bu alakanın içerideki marjinal akideye dayalı örgütlenmelerin aracılığıyla olası trajedi ve travmalarla neticelenmesine gebedir. Günümüzde bir yandan ABD ve Batı Avrupa'da Ortadoğu'ya ilişkin birbirinden farklı birçok senaryo, diğer taraftan Türkiye, İran ve Mısır gibi bölgenin en önemli ülkelerinin konumu, Kürt sorunu dengelerin daha karmaşık bir yapıya bürünmesine zemin hazırlamaktadır.



Diğer yandan, bölgede bir kısım siyasi İslami hareketlerde tesiri gün geçtikçe güçlendirilen katı selefilik, marjinal akideye dayalı bir zemin üzerinden, proje olarak vücuda getirilip yaygınlaştırılan, DAEŞ gibi örgütlenmeler sipariş gibi görünen Fransa'da zirveye çıkan intihar saldırıları ve kanlı eylemleri ile bölgeyi ve İslâm dünyasını daha zor bir dönemece mahkum etmektedir. Kanlı saldırılar Batı Dünyası ve onlarla birlikte hareket edenleri İslâm'a, İslâm Dünyası'na karşı kin ve nefrete dayalı keskin tutumlara sevk etmektedir. Ayrıca bölgeye , İslam coğrafyasının farklı noktalarına yönelik askeri operasyonlara gerekçe yapılmaktadır.



Oysa ki, İslam hukukunda/fıkhında intihar saldırıları ve intihar bombacılığına herhangi bir cevaz/fetva dayanağı bulmak söz konusu değil. Bazı çevrelerce delil olarak gösterilen Mute Harbi'nde İslam ordusunun Bizans'ın gönderdiği orduya karşı Halid bin Velid komutasındaki savaşta kuşatmayı yarma harekatı son yıllarda sergilenen hiçbir intihar saldırısının Şer'î/Dini delili olamaz. Cephede karşı karşıya gelinen nizami harp esnasındaki bu vâkıa üzerinden böyle bir fetva üretilemez. Mute Harbi'ndeki karşıda sayıca kat kat üstün düşman ordusunun kuşatmasından kurtulmaya matuf yarma harekatı durumu, intihar saldırılarından tümü ile farklı bir vâkıadır. Ayrıca, daha sonraki bir kısım savaşlarda da benzeri hadiseler vâki olmuştur. Gerek Haçlı seferlerinde, gerekse Moğol istilası esnasında Müslümanlar benzeri durumlarla karşılaşmışlardı. Bunun Osmanlı dönemindeki en bariz örnekleri, Yıldırım Bayezid'in Niğbolu Seferi ve Tiryaki Hasan Paşa'nın Kanije savunmasıydı. Son dönemlerde bilinçli bir şekilde üretilip, tırmandırılan Islamophobia ile DAEŞ vs. örgütleri ve faaliyetlerini bahane/gerekçe olarak gösterip İslam Dünyasına yönelik saldırgan bir tutum içerisine girilmektedir. Bu örgütlerin, Afganistan ve Irak gibi İslam coğrafyasındaki işgallerin akabinde yükselişe geçmiş olmaları, marjinal akide zemin olarak kullanılmak suretiyle,İslam'a karşı ve bölgeyi yeniden dizayn etmeye yönelik bir projelendirmenin yürürlükte olduğunu görmememiz mümkün değil.


#Ortadoğu
#Türkiye
#İslamofobya
8 yıl önce
Türkiye, Ortadoğu ve İslamofobya-1
‘Bu bir provaydı, asıl oyun şimdi başlıyor’ dedi, başoyuncu sahneden... Yuhalanacağına ayakta alkışlandı çılgınca!
Muhafazakâr demokrasi ve milliyetçi muhafazakârlık
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar