|
Hollanda Sendromu ve Katar meselesi

1960’lı yıllarda Hollanda’da doğalgazın bulunmasıyla birlikte ekonomide de değişiklikler ortaya çıktı. Öncelikle ulusal para birimi olan Florin ’in değeri arttı ve ekonomik açıdan yararlı görünen gelişmeler orta vadede zararlı sonuçlar ortaya çıkardı. Bir başka deyişle üretim faktörleri tek bir kaynağa yönelerek ekonomik getiriyi kısıtladı. Ayrıca ülkenin yeni bulduğu bir ürünü merkeze koyması da çok doğru değildi; çünkü bu durum, farklı ekonomik girdi ve çıktıların görmezden gelinmesi anlamına da geliyordu.

Katar da belki bu gözlem neticesinde yıllardır bu politikanın tam tersini yürütmeye çalıştı. Hem ekonomik hem de politik anlamda Hollanda sendromuna yakalamak istemeyen Katarlılar, ülkenin geleceğini sadece petrol ve doğalgaza bağlamadılar. Bunun yerine iletişim, ekonomi, siyaset üzerine de çeşitli yatırımlar yaptılar. Dünyanın pek çok yerinde spordan sanata pek çok aktivitenin ya sponsoru oldular ya da ortağı… Örneğin Katar Havayolları kısa sürede dünyanın birçok noktasına uçuş yaptı ve saygın bir şirket olarak yerini korudu. Ya da El Cezire… Uluslararası boyuttaki bu kanal tam bir başarı hikâyesi. Bunun ortaya çıkma süreci bile Katar'ın stratejik bir akılla idare edildiğinin göstergesi sayılabilir. Körfez savaşında BBC ve CNN gibi kanalların tek taraflı yayınlarına bir tepki olarak 1996’da ortaya çıkan El Cezire; 2001’de ABD’nin Afganistan’ı işgali sırasında Usame Bin Ladin’le bağlantı kuran tek televizyon kanalı oldu. Sırf bu sebepten ötürü ulaştığı popülaritesi, kısa zamanda inanılmaz boyutlara ulaştı. Buna ilaveten kanal; ABD’nin Irak işgali sırasında Nasıriye kentinde esir düşen Amerikan askerlerini göstermesi ile neredeyse ortalığı ayağa kaldırdı. Bu da kanalın hemen her kıtada görüntülere ulaşan ve bunları kullanabilen bir deneyimde olmasını sağladı.

El Cezire; Katar’ın birçok noktada hangi cephede durduğunu göstermesi açısında da önemlidir. Mesela kanal, Arap Baharı’nda devrimcilerin yanındaydı. Filistin’de Hamas’ın, Mısır’da İhvan’ın, 15 Temmuzda da Türkiye’nin yanındaydı. Bu da bölgesel anlamda El-Cezire’nin istenmeyen kanal ve dolayısıyla Katar’ın da istenmeyen ülke olmasına sebepti. Tabii ki El Cezire meselesi, işin görünen yüzü. Görünmeyen tarafta ise Katar’ın sıvılaştırılmış doğalgazda -77 milyon ton ihracatla- küresel piyasada birinci sırada olması yatıyor. ABD’nin de planlanan veya inşaat halindeki 28 projeyle kendi rakamını 300 milyon tonluk bir ihracata ulaştırma gayreti var. Fars körfezinde çıkarılan bu gazın doğal müttefikinin de İran olması dikkatten kaçmamalı. Katar’ın da üyesi olduğu Körfez İşbirliği Konseyi’nin kuruluş gerekçelerinden birinin de İran’a karşı güvenlik hattı oluşturmak olduğunu söylemek gerekir. Buna rağmen sonraki dönemlerde konseyin İran’la ilişkileri sorunlu olsa da konseyin üyeleri karşılıklı olarak İran’la özellikle ticari ilişkilerini iyi tutmaya özen göstermiştir. Bunların başında da BAE ve Katar geliyor.

Katar ve İran; bölgesel ve küresel ölçekte pek çok konuda anlaşamasa da bazı ekonomik iş birliklere hala birlikte imza atıyor. Suriye ve Mısır meselesinde neredeyse karşıt cephede oturan bu iki ülkenin ekonomik çıkarlarda bir araya gelmesinin uluslararası politikadaki karşılığı realizmdir. Yani her ulusal devletin yaptığı şey…

Yani demem o ki yazılacak pek çok şey var. Ama Katar çok boyutlu dış politikasıyla bölgesel ve küresel ölçekte ses getirmeye devam ediyor ve özetle: "Ben sadece petrol istasyonu değilim." diyerek kendisine pek çok alan açmayı başarıyor.

#Hollanda Sendromu
#Katar
#Körfez
7 yıl önce
Hollanda Sendromu ve Katar meselesi
“Ayı kucaklaması” sonuç verecek mi?
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?