|
Latin Amerika'nın ilk Osmanlıları

Amerika kıtasının keşfi, beraberinde pek çok trajik olayı getirdi. Keşiften hemen sonra İnka ve Maya medeniyetlerine uzun süre ev sahipliği yapan topraklar talan edildi. Kıtada yaşayanların önemli bir kısmı da katledildi. Bu durum, modern dünyanın en yoğun insani haraketliliğine de yol açtı.



Kıtaya giden ilk Müslüman topluluk, Engizisyon mahkemelerinin zulmünden kaçan Endülüs Emeviler'iydi. İkinci dalga Müslüman topluluklar ise transatlantik köle ticaretiyle Afrika'dan Latin Amerika'ya getirilen kölelerden oluşuyordu. İlk iki göç dalgasından birçok yönüyle ayrılan üçüncü dalgada dünyanın birçok yerinden sözleşmeli işçiler getirilmeye başlandı.



Sözleşmeli işçi statüsü (Indentured Servitude) özellikle, İngiltere tarafından uygulanan ve insanların Yeni Dünya'ya gidiş masraflarını karşılayarak onların belirli bir dönemde (birkaç yıl) orada gönüllü olarak çalışmasını öngören iş sistemiydi. Öncelikle beyazların yararlandığı bu sistem, daha sonra Asya'nın çeşitli bölgelerinde yaşayan insanların geçim kaynağı haline geldi. İngiltere'nin Hindistan sömürgesinden (Bugünün Pakistan, Hindistan ve Bangladeş'ini kapsayan topraklar) sözleşmeli işçi statüsüyle gelenlerin önemli bir kısmı Müslümandı. Bu durum, aynı zamanda kıtadaki Müslümanlar için yeni bir dönemin başlangıcıydı. Onlar bazı güçlüklere rağmen daha önce kıtaya gelenler kadar büyük bir baskıyla karşılaş­madı. Ayrıca anavatanlarıyla ilgileri de kesilmedi. Özellikle dini bilgi ve bilinç bakımından kimliklerini korumak adına daha şanslıydılar. Bu da hem sivil toplum hem de etki alanı bakımından daha başarılı olmalarını sağlıyordu.



Bunun dışında, Amerika kıtasına özellikle Latin Amerika'ya gerçekleşen göç dalgasına en yoğun katılım, Osmanlı topraklarından gerçekleşti. Kayıtlar her ne kadar 1820'yi gösterse de ilk ciddi göçler 1860'tan sonra gerçekleşti. 1860 ila 1914 tarihleri arasında, Lübnan, Filistin ve Suriye'den gelen bir milyona yakın Osmanlı vatandaşı burada yaşamını sürdürüyordu. Başta Brezilya, Arjantin ve Şili'nin tercih edildiği göçün, en önemli gerekçesi ekonomik nedenlere dayanıyordu.



Ayrıca buraya olan göçler konusunda tesadüfi gerçekleşen bir yolculuğun da etkisi vardı: 1866'da iki Osmanlı gemisi Ümit Burnu'ndan geçerek Basra'ya ulaşmak istemişti. İstanbul'dan ayrılarak okyanusa açılan bu iki gemi; yolunu kaybetmiş; çok geçmeden kendilerini Brezilya'nın Rio sahilinde bulmuşlardı. Bu gemilerde Abdurrahman Efendi gibi Müslüman âlimlerin varlığı, Müslümanlarının kıtaya yerleşip varlıklarını sürdürmesinde önemli bir motivasyon kaynağı olmuştu. Bu dönem; Latin Amerika ülkelerinde din değiştirerek Müslüman olan insanların sayısında önemli bir artışın yaşandığı yıllara da denk düşüyordu.



Latin Amerika ülkelerinin uçsuz bucaksız ve geniş arazilerinin işletilmesi için iş gücüne yani çiftçilere ihtiyaç vardı. Söz konusu talep, Osmanlı'nın içinde bulunduğu sosyo-kültürel ve ekonomik dönüşümlerden dolayı hız kazanmıştı. Özelikle Lübnan gibi bazı bölgelerde tarımsal arazilerin işletilmesi sorunu (tarım bölgelerin önemli bir kısmının dağlık olması ve bunun dışında yabancı şirketlerin yerli emek yerine kendi ülkelerinden işçi getirmeleri) buralardan yoğun bir insan gücünün başka ülkelere mevsimlik işçi olarak gitmesini teşvik ediyordu.



Bunun dışında Islahat Fermanı ile askere gitmeyen gayr-i Müslimlere askerlik hizmetinin zorunlu kılınması(bedel-i askeriye ile muaf olabiliyorlardı) gayrimüslim göçlerini artırıyordu. Bedel ödeme gücüne sahip olanlar muaf olurken, bedel ödeyecek parası olmayanlar zorunlu olarak askere gidiyordu. Elbette göç, sadece maddi durumu yerinde olmayanların yaptığı bir eylem değildi. Osmanlı Tüccarları (genelde gayri Müslim Ermeni, Rum ve Yahudi), Tanzimat ve Islahat Fermanı sonrasında ortaya çıkan ekonomik soysal krizin ardından yeni pazar arayışlarına girişmişti. Genelde Batı kültürünü tanıyan bu tüccarlar, bu coğrafyalarda kısa sürede büyük başarılara imzalar attı.



Neticede dünyanın çeşitli bölgelerinden oluşan iş gücü talebi; Brezilya, Arjantin, Şili gibi ülkelerde olumlu karşılanıyordu. Bu ülkeler, göç eden insanlara kısa bir sürede vatandaşlık hakkı da tanıyordu. Osmanlı'dan gerçekleşen gayrim Müslimlerin göçlerinde, Avrupalı Hristiyan din adamlarının rolü büyüktü. Emlakçılık ve ticaret gibi pek çok faaliyette bu din adamları öncü durumdaydı.



Birinci Dünya Savaşına kadar Osmanlı devletinin pasaportunu taşıyan insanlar hangi din veya milliyete mensup olurlarsa olsunlar Los Turcos (Türkler) olarak anıldı. Söz konusu tanımlama, Araplar tarafından benimsense de Yahudi ve Ermeniler tarafından çok sıcak sevilmedi.



Latin Amerika'ya gidenlerin sadece yüzde onluk veya on beşlik kısmı Müslüman Arap'tı ve gidenlerin önemli bir kısmı Birinci ve İkinci Dünya Savaşından sonra ayrıldıkları topraklara geri döndü. Gidenlerin önemli bir kısmı bekârdı veya işi yoktu. Bu da göçlerin daha çok ekonomik temelli olduğunu gösteriyordu.



Bulundukları ülkelerdeki dil zorluğunu aşmak için Arapça olarak birçok gazete, dergi ve kitap yayınladılar. Söz konusu, yayınlar vasıtasıyla Osmanlı'nın en uzak bölgeleriyle Latin Amerika'daki Araplar arasında iletişim sağlanabildi. Brezilya, Arjantin ve son olarak Şili'ye yerleşen Osmanlı Arapları bu ülkelere kendilerinden sonra gelen göçmen Osmanlılara da maddi ve manevi ellerinden gelen her konuda yardım etti... Bu durum, Osmanlı Devletinin sona ermesinden sonra da İsrail'in Filistin'i işgali, Lübnan'ın iç savaşı (1975-1990) gibi trajik olaylarda da devam etti. Ve Müslümanlarla, Hristiyan Arapların göçleri aynı şekilde sürdü.



Bugün ticari, soysal ve siyasal anlamda etki alanı artan Latin Amerika ülkeleriyle Türkiye ilişkilerinin geliştirilmesi oldukça önemli. Fakat bunun akademik, sivil toplum kuruluşlar ile resmi kurum ve kuruluşların yapacağı çalışmalarla da desteklenmesi gerekiyor.








#Latin Amerika
#Osmanlı
#tarih
8 yıl önce
Latin Amerika'nın ilk Osmanlıları
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?
Nazlı seçmen günlerinde siyaset