|
Myanmar’da bir delikanlı?

Bizden uzaklarda Myanmar diye bir ülke var. Ve burada yetmişin üstünde etnik gruptan söz etmek mümkün. Bu yüzden burası bir çeşit etnik koalisyonla yöneltilmekte. Ülkenin çoğunluğu Budizme inanıyor. Çoğunluk Budist olduğu için özellikle Müslümanlara karşı bir antipati mevcut. Maalesef Arakan Müslümanları hemen her sene Budistlerin gazabına uğruyor. Bu yüzden de bu ülke belli aralıklarla Türkiye’nin gündeminde yer alıyor. Bu ülkeye gitmekse öyle sanıldığı kadar kolay değil.

Önce uzun ve yorucu bir vize başvuru sürecinden geçiyorsunuz. Ardından sizi Türkiye’den Myanmar’a götürmek üzere Bangkok aktarmalı bir uçağa ihtiyacınız var. Sonrası mı, işte o bambaşka bir hikaye…

Sıcak… hem de çok sıcak… Bu bunaltıcı havaya bir de envai çeşit kokular bulaşınca sokaklarda yürümek epey zorlaşıyor. Önce Başkent Yangoon’un sokaklarını arşınlıyoruz. Ardından istikametimiz ülkenin en ünlü tapınağı olan Shwedagon Pagoda’sına yöneliyor. Tapınak oldukça görkemli. Üstelik burası 100 metre yüksekliğe kurulmuş. Bir de tapınağın yapımında kullanılan yaklaşık 60 tonluk altını unutmamak gerekiyor. Zira bu değerli maden, tapınağın ihtişamına ayrı bir güzellik katıyor. Burası her dönem, Müslümanların hac ziyaretine benzer bir yolculuğu Budistlere sunduğu için oldukça kalabalık. Ayrıca irili ufaklı pek çok Buda heykeli de var. Heykellerden bir tanesi diğerlerine göre daha büyük ve üzerinde Epson reklamı yer alıyor. Bu da kapitalizmin gücünün dine de sirayet ettiğini gösteren çarpıcı bir örnek. Derken ziyaretimiz son buluyor ve şehir merkezine doğru yol alıyoruz. Acıktığımız için kendimize düzgün bir restoran arıyoruz.

Fakat bu tarz ülkelerde açlık hissi en tehlikeli olay. Zira kısmetinize ne düşeceğini bilemezsiniz. Koreli bir restorana girip vejetaryan pizzamızı istiyoruz. İnsan dediğin kuş misali işte. Yemeği bulduk şimdi sırada çayda. Hevesle çay içecek bir yer bulmak üzere yeniden sokaklara dönüyoruz.

Sokakları dolaşırken bir genç yanımıza geliyor. “Neye bakıyorsunuz?” diye soruyor. Çay diyoruz çay var mı? Çocuk oldukça sempatik bir tavırla “Beni takip edin” diyor. Birkaç adım sonra oldukça kalabalık bir kahveye giriyoruz. Çocuk, köpeği çağırır gibi “muç muç” çekiyor. Garson bakınca da eliyle “üç” işareti yapıyor. Garson, başıyla onaylıyor. Bu arada arkadaşımla birbirimize bakıp gülüşüyoruz.

Çaylarımızı içerken çocuk, ballandıra ballandıra bir tapınaktan bahsediyor. Sonra “isterseniz gidelim” diyor. Hafif bir tereddütten sonra “demirden korkan trene binmez” diyerek teklifi kabul ediyoruz. Garsondan hesabı istiyorum; fakat çocuk “Siz benim misafirlerimsiniz” diyerek kendisi ödemek istiyor. Bayağı diretiyorum; fakat ısrarım karşılık bulmuyor. “İçimden ne delikanlı çocuk, bizim gibiler sanki” diyorum.

Önce acayip bir feribota ardından kiraladığımız motosikletlere biniyoruz. Git babam git. Yol bitmiyor. Yol uzadıkça aklımıza deli sorular gelip gidiyor. İki saate yakın ve çılgın bir motosiklet yolculuğunun ardından küçük bir göletin içindeki muhteşem yapıya yaklaşıyoruz. Tapınağa yaklaşmak istiyoruz; fakat yolların tamamında devasa yılanlar var. Yılanların arasından geçerek tapınağa varabileceğimiz söyleniyor. Biz de korka korka, tiksine tiksine bu yılanlı yollardan geçerek tapınağa varıyoruz. İçerideki manzara epey ürkütücü geliyor. Her yerde rengarenk yılanlar. Yılanların iyi beslenmesi için her tarafa bol miktarda süt kovaları bırakılmış. Acayip bir görüntü acayip bir olay diyerek birkaç foto çekiyor ve alandan hızla uzaklaşıyoruz.

Fakat çocuk yolda bize yeni bir şey teklif ediyor. Bizi evinde misafir etmek istediğini söylüyor. Gönülsüz de olsa teklifi kabul ediyoruz. Sanki zihnimizi ele geçirmiş gibi. Çocuk ne derse yapıyor gibiyiz. Güneydoğu Asya veya Asya’ya özgü teneke yapılardan oluşan tek odalı bir eve giriyoruz. Baba, oldukça güzel bir şekilde selamlıyor bizi. Önce çocuğunun ne kadar önemli olduğunu sonra da yaşadıkları sıkıntıları anlatıyor. Her üç cümlede bir, “biraz paramız olsa” deyip duruyor. Baba anlattıkça çocuk yerin dibine giriyor sanki. Babasına yapmamasını söylüyor. Fakat babası yolacak turist bulduğunun farkında olduğu için kederlendikçe kederlendiriyor. Dayanamayıp 50 dolar veriyorum. Parayı verince anlatımları kesilir zannediyordum ama adam durmadan devam ediyor. Ben de arkadaşıma bakarak “Lanet olsun bir 20 daha verip kurtulalım” diyorum. Adam, parayı alınca çok mutlu oluyor fakat çocuk bir o kadar mahcup. Otele döndüğümüzde yolda durmadan özür diliyor. Biz de teselli ediyoruz. Sonra otele kadar bırakıyor bizi ve ayrılıyor. Biz de ülkedeki maceramızın sonuna geliyoruz. Fakat uçakta kafamı bir soru kurcalayıp duruyor: “Acaba çocuk gerçekten delikanlı mıydı, yoksa bu da numaranın bir parçası mıydı?”

#Myanmar
#Arakan Müslümanları
7 yıl önce
Myanmar’da bir delikanlı?
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir
Yeni tehditler ve Türkiye’nin kurumsal güncellenmesi