|
Katilin olay mahalline geri dönmesi

Başkanlık Sistemi eşiğindeyken muhalefetin avaz avaz seslendirdiği eleştiri “tek adamlık” ve “parti devleti”…



Malum, Tek Adam ve Tek Parti devleti denilince akla hemen CHP'li iktidar yılları gelir… Hadi bir an için “tek adamlık” ve bundan mütevellit “çok adamlık” kavramlarını kullanarak yol alalım.



Ve şuradan, CHP'lilerin “Cumhuriyeti biz kurduk” böbürlenmesinden başlayalım. Kimse de demez ki, “yahu, Cumhuriyetin kuruluşunda başka bir partiye şans tanıdınız mı ki?”



Türkiye Komünist Partisi kuruldu, ne partinin ne de parti mensuplarının yaşamasına imkan tanındı.



Serbest Fırka kuruldu, parti apar topar kapatıldı, İstiklal Mücadelemizin kahramanları da olan mensupları takibata uğradı, tutuklandı, siyasetin dışına itildi.



Muhalif aydınlar sürgün edildi, yurt dışında yaşamaya zorlandı.



Muhalif tek bir unsur bırakılmadı ki ülkede, Cumhuriyet'in kuruluşunda rol alabilmiş olsun.



Böyle böyle... Tek Adam ile, Tek Parti ile, Ebedi Şeflikle, Milli Şeflikle kervan yürütüldü.



1946'da, aslında tam olarak 1950'de tek partili hayattan çok partili hayata girdik, olmadı; 1960'ta darbe yapıldı, “çok adam” (rejimi) asıldı.



Astığım astık, kestiğim kestik bir tavırla, Meclis'e sormadan anayasa yapıldı. En önemli işi yasama olan Meclis Anayasa'yı değiştirmesin diye bir de Meclis'in üzerinde Anayasa Mahkemesi inşa edildi; “Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir” ibaresi de kaldırıldı, “kayıtlı ve şartlı” bir hakimiyet ihdas edildi.



Evet, evet… Aynen böyle oldu.



Arada 1971, 1980 darbeleri yapıldı, on yılda bir, yine çok adam asıldı sağdan soldan; çok adamlı, çok partili hayat hep çok geldi size. Kaldıramadınız.



İlk sivil cumhurbaşkanını darbeyle uzaklaştırdınız, idamla yargıladınız, tamam…



“İkinci sivil” Turgut Özal, Cumhurbaşkanı olduğunda, bu kez de “emanetçi başbakan” kavramını siyasetin merkezine yerleştirdiniz.



O kadar çok ve o kadar yüksek sesle söylediniz ki, bugün bile “emanetçi başbakan” denilince herkesin aklına gelen ilk isim Yıldırım Akbulut…



Turgut Özal başkanlık sistemini getirelim dedi, merhuma Çankaya'nın şişmanı dediniz, diktatör, sultan dediniz, hanedanlık kurmak istiyor dediniz. Velhasıl demediğinizi bırakmadınız.



Süleyman Demirel Cumhurbaşkanı olunca da yine “emanetçi başbakan” tartışmaları başladı tabii…



Ahmet Necdet Sezer'i saymıyorum. O siyasetten değil Anayasa Mahkemesi Başkanlığından geliyordu, 28 Şubat'la balans ayarı bozulmuş demokrasinin bir yol kazası olarak Cumhurbaşkanlığına seçildi.



28 Şubat'ta “isterse yüzde 99 oy almış olsun, yine de kapatırız…” diyerek, milyonlarca insanın oyu, 11 anayasa mahkemesi üyesinin oyunun karşısında hiç sayıldı ve dönemin iktidar partisinin kapısına kilit vuruldu.



Derken, Recep Tayyip Erdoğan Cumhurbaşkanı oldu; çok önemli bir farkla hem de… Halkın seçtiği ilk Cumhurbaşkanı.



Sonra… Parlamenter sistemin en önemli göstergesi olan “sandık” için “her şey sandık değildir” dediniz. Yakın tarihimiz bize bu sözün “her şey sandık değildir; biraz ordudur, biraz darbe, biraz muhtıra, biraz anayasa mahkemesi, biraz kapatma tehdidi, biraz TÜSİAD, biraz ekonomik kriz, biraz kartel medyası, biraz siyasi kriz, biraz o ve biraz da şu vesayettir; özetle demokrasi sadece parlamento değildir biraz da parlamento dışındaki vesayetçi güç odaklardır…” anlamına geldiğini açıkça gösteriyordu.



Erdoğan, yerini Ahmet Davutoğlu'na bıraktı. Yine başladınız: Emanetçi demeye…



Davutoğlu'yla “Sen başbakan değilsin, önce başbakan olduğunu ispatla… Sen emanetçisin” diyerek görüşmeye bile yanaşmıyordunuz.



Cumhurbaşkanı Erdoğan Çankaya Köşkü'ne yerleşmesin diye tozu dumana katıyordunuz, Erdoğan Köşk'e gitmedi, 'Külliye'ye yerleşti bu kez de “kaçak sarayda oturanla görüşmeyiz” diye reddettiniz. Ve bütün bunlar olup biterken parlamenter sistem işliyordu.



Eee… Parlamenter sistemin gereği olarak parlamentodan güven oyu almış hükümetin başbakanıyla 'emanetçi' diye görüşmüyorsunuz; bunu anlamıyoruz, daha ilk turda sizin hayalinizi bile kuramadığınız bir oyla, halkın yüzde 52'sinin oyuyla seçilen Cumhurbaşkanıyla da görüşmüyorsunuz; bunu da anlamıyoruz.



Sandığa saygınız yok, Parlamenter sisteme saygınız yok, Parlamentoya saygınız yok…



Bütün bunların üstüne “Gül gibi parlamenter sistem vardı, niye değiştiriyorsunuz” diye feveran ediyorsunuz. İşte bunu hiç anlamıyoruz.



“Gül gibi parlamenter sistem” demişken…



Abdullah Gül'ün Cumhurbaşkanlığı sürecini kasten sona bıraktım. Çünkü, meselenin kilit noktası orası…



Eğer bugün başkanlık sistemi konusunda bir “endişeli aydın” kitlesi varsa, öncelikle AK Parti'ye değil, CHP'ye veryansın etsinler. Parlamenter sistemin çanına ot tıkayan, parlamenter sisteme kefen diken CHP'dir.



En büyük darbeyi Abdullah Gül'ün Cumhurbaşkanlığına aday olduğu sırada vurdular. CHP'liler, “eşi başörtülü bir adam bu ülkeyi temsil edemez, cumhurbaşkanı olamaz, başkomutan olamaz, Atatürk'ün makamına oturamaz, köşke yerleşemez” diye bin bir türlü itiraz geliştirdiler.



O süreçte yayınlanan muhtıraları, ardından AK Parti'ye açılan kapatma davalarını saymıyorum bile…



Çünkü onlardan çok daha önemli bir şey oldu bu ülkede.



CHP'liler, şimdilerde o çok yücelttikleri parlamenter sistemi kendi elleriyle boğdular. Cumhuriyet tarihinde bir kez bile uygulanmamış 367 krizini icat ederek, bugün o çok yücelttikleri parlamenter sisteme sırtlarını dönerek, parlamentonun en önemli görevlerinden birini, Cumhurbaşkanını seçmesini engellemek için demokratik parlamenter sistemin dibine kibrit suyu dökerek yaptılar bunu.



Bu nedenle; CHP'nin “parlamenter sisteme” geri dönme çabasıyla, katilin olay mahalline geri dönmesi arasında fark görünmüyor.


#Başkanlık Sistemi
#CHP
#Turgut Özal
#Ahmet Necdet Sezer
#Abdullah Gül
7 yıl önce
Katilin olay mahalline geri dönmesi
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir
Yeni tehditler ve Türkiye’nin kurumsal güncellenmesi