|
Kolombiya'dan çıkarılacak bir başka ders

Kolombiya'daki barış anlaşmasının referanduma sunulmasından ve sandıklardan tam olarak 'kılpayıyla' hayır çıkmasından sonra ülkenin başkentinde barışa destek için büyük yürüyüşler başladı.



O yürüyüşlerin gerçekleştiği günlerde çeşitli vesilelerle Kolombiyalı üç ayrı profesörle sohbet etme imkânım oldu.



En son görüştüğümüz profesör, referandumla ilgili olarak ilginç bilgiler aktardı ve ilginç saptamalar yaptı:



Buna göre, barış yürüyüşlerine katılan öğrenciler arasında bir anket yapılmış ve 10 öğrenciden 7'sinin oy kullanmaya gitmediği ortaya çıkmış… Nedeni sorulduğunda ise sudan sebepler sıralamışlar: “Yağmur yağıyordu, uykum vardı, çok yorgundum…”



Sonra ilginç bir tespitte daha bulundu: “Katılım sadece yüzde 37'ydi. Aslında referandumu ne evetçiler, ne de hayırcılar kazandı. Referandumun galibi ülkenin yüzde 63'ünü oluşturan çekimserler.”



Diğer profesörle görüştüğümüzde ise bir grup batılı öğrenciyle birlikteydik. Kolombiyalı profesör “Kolombiya denilince aklınıza ilk gelenler neler” diye sordu.



Öğrenciler Gabriel Garcia Marquez ve Simon Bolivar dışında şunları sıraladı:



“Uyuşturucu…”



“Kokain…”



“Escobar…”



“Mafia…”



“İç savaş…”



“Kahve…”



“Shakira…”



“James Rodriguez…”



Profesör, yeterli cevabı aldıktan sonra, “evet, maalesef…” dedi ve ekledi: “Bunlarla anılmak bizi rahatsız ediyor. İnsanlar Kolombiya'ya baktıklarında sadece karanlık yüzünü veya çok popüler şeyleri görüyorlar. Oysa biz yatırımlarla ve barışla anılmak isteyen bir ülkeyiz…”



Bu arada belirtmeden geçmeyeyim: Kolombiya'ya gelmeden hemen önce Türkiye'deki arkadaşlarımın bir kısmı da “Narkos diye bir dizi var, onu izlemelisin. Pablo Escobar'ın hayatını anlatıyor” diyordu. Yani, Kolombiya algısı Türkiye'de de çok farklı değil.



Üçüncü profesörle yaptığımız görüşmeye geçmeden önce bir parantez açayım:



Kolombiya'dan ya da Latin Amerika'nın herhangi bir ülkesinden bakıldığında da Türkiye'nin yeterince berrak görünmediğini söylemek lazım.



Örneğin, 15 Temmuz'dan hemen sonra El Tiempo'da okuduğum bir makalede, Türkiye hakkında aşağı yukarı şöyle deniliyordu: “Türkiye bu kıtada sadece Avrupa Birliği'ne giriş sürecinde yeni bir gelişme olduğunda ya da Türk dizileri söz konusu olduğunda veya birtakım çeviri romanlar yapıldığında gündeme geliyor…” (Aynı makalede, yazar, Türkiye'nin bütün bunlardan çok daha fazlası olduğunu, DEAŞ'le mücadele, mülteci sorunun aşılması ve genel olarak Ortadoğu için kilit bir öneme sahip olduğunu vurguluyor; Türkiye'deki havaalanlarına saldırıların, büyükşehirlerindeki patlamaların bölge siyasetinde çok büyük ağırlığı olan Erdoğan yönetimini sıkıştırmak için yürütülen politikanın sonucu olduğunu ve darbe girişiminin de bunlarla beraber okunması gerektiğini belirtiyordu.)



Neticede; AB, Türk dizileri ve romanlarıyla sınırlı bir Türkiye algısı olduğu gerçeğinin altını çiziyordu yazar.



Ve üçüncü profesör…



Referandumun hemen sonrasında, bana, Türkiye hakkındaki haberlerde basın özgürlüğü ile ilgili olumsuz şeyler okuduğunu söyledi. Kendisine kısıtlı İspanyolcamla şunları söyleyebildim:



“Türkiye'de, 15 Temmuz'da bir darbe girişimi yaşandı, biliyorsunuz. Uçaklar Meclisi bombaladı. Tanklar insanları çiğnedi. Birçok insan öldü. Cumhurbaşkanımız öldürülmek istendi. Ve o gazetecilerin birçoğu 15 Temmuz'daki o darbe girişiminin başarılı olmasını istiyorlardı. Hatta Türkiye'de öyle gazeteciler var ki, Erdoğan'ın asılması ya da vurulması gerektiğini yazıyorlar. İşte, olmadığını söyledikleri basın özgürlüğü konusu özetle budur. Batının propagandası bu.”



“Kara propaganda” diye ekledi.



Sonra, biraz daha söz ettik Türkiye'den…



Mesleği dolayısıyla şu bilgiyi aktardım. Türkiye'de asgari ücret bin 300 lira ancak üniversitedeki bir profesörün maaşı yaklaşık 6 bin lira, girdiği derslerle birlikte bu ücret daha da yükselebiliyor.



Gıpta eder gibiydi. “Ben asgari ücretle çalışıyorum” dedi. Asgari ücret yaklaşık 800 lira civarındaymış.



Devam ettik. Türkiye'nin son 15 yıl içinde büyük yatırımlar yaptığını ve hızla geliştiğini anlattım. Hızlı trenler, metro ağları, Marmaray, havalimanları vs…



Yine içini çekti. Umutsuz bir yüz hali vardı. Dudaklarını büküp, “Burada bir tek metro bile yok. Kolombiya'nın başkenti Bogota'da bir metro olabilmesi için 50 yıl geçer herhalde” dedi.



“Umutsuz olmayın. Türkiye sadece 15 yıl içinde bunları başardı, Kolombiya da başaracaktır. Kaldı ki, ABD ve AB şu anda Kolombiya'yı müthiş destekliyor” dedim.



Verdiği cevap şu oldu: “Bilemiyorum, ABD daha önce de iç savaşı destekliyordu.”



Görüşmemizin üzerinden bir hafta geçmişti ki, bir haber aldım. Kolombiya'nın başkenti Bogota'da ilk metro hattı için adım atılmaya başlanmış. 2017 yılında ihalesi yapılacak, 2018'de yapımına başlanacak ve 2022 yılında açılışı gerçekleştirilecekmiş…



Ne diyelim… Dünyanın öte tarafında bir ülkenin başkentindeki insanlar hayatlarında ilk kez bir metroya kavuşabilecek olmanın heyecanını yaşarken, bizde dünyanın sayılı eserleri arasında yer alan Yavuz Sultan Selim köprüsü için “Üçüncü köprü artık sadece iki kuleden ibaret” manşetleri atanlar utansın.


#Kolombiya
#Barış anlaşması
#Metro
7 yıl önce
Kolombiya'dan çıkarılacak bir başka ders
Arkadaşlar, Binali Bey’i niye dinlemediniz?
Kara dinlilerle milletin savaşı
Efendimiz’in (sav) Zekatı-1
Efendimiz’in (sav) İtikâfı
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…