|
Latin Amerika'da Küba devriminden geriye ne kaldı?
Geçtiğimiz yüzyılın en bilenen devrim ikonlarından biri, Fidel Castro, doksan yaşında
. Her ne kadar, görevini, 2006 yılında kardeşi Raul Castro'ya bıraktıysa da ölünceye kadar iktidarda kaldığını söylemek mümkün.


Castro'nun bu kadar uzun süre iktidarda kalabilmesinin birçok sebebi var elbette. Hiç kuşkusuz, birinci sebep, Soğuk Savaş'tı. Hatta soğuk savaş döneminde geçen olaylardan biri Türkiye'yi de ilgilendiriyor.



Aslında, bu yazıda Küba Devrimi'nden Latin Amerika'da arta kalan mirası ele alacağım, ancak önce Türkiye'yi ilgilendiren şu meseleyi özet geçeyim:



ABD, Küba Devriminden hemen sonra Castro rejimini devirmeye karar vermişti. Rusya (SSCB) ise Küba'yı kalesi olarak görmeye başlamıştı; o kadar ki, ihtiyacı olmamasına rağmen, salt Küba rejimini ayakta tutabilmek için Küba'nın şeker ihracatının büyük kısmını satın aldı ve muhtemel bir ABD saldırısına karşı Küba'ya güvence verdi.



ABD, 1960 darbesinden bir yıl sonra, 1961'de Türkiye'ye; Rusya, devrimden üç yıl sonra, 1962'de Küba'ya nükleer başlıklı füzeler yerleştirdi. Dönemin iki süper gücü ikinci dünya savaşından sonra ilk kez doğrudan karşı karşıya geldi ve dünya bir nükleer savaş tehdidine maruz kaldı.



Hikâye uzun. Kısa keselim. Soğuk Savaş'ın iki büyük gücü mektuplaştılar.



Rusya, ABD'nin Türkiye'deki benzer füzeleri sökmesi halinde Küba'dakileri sökeceğini, Türkiye'nin toprak bütünlüğüne ve bağımsızlığına saygı göstereceğini, içişlerine karışmayacağını ve işgal etmeyeceğini belirterek, Küba'daki füzelerin sökülmesinin karşılığı olarak ABD'nin de aynı güvenceleri Küba açısından vermesi gerektiğini yazdı.



ABD, Küba'daki füzeler söküldüğü takdirde Küba'ya karşı uygulanan ablukaya son verileceğini ve Küba'yı işgal etmeyeceği güvencesini verebileceğini belirtti. Neticede olay yumuşadı. Böylece, Castro da iktidarını pekiştirmiş oldu.



İşte bunlar hep Soğuk Savaş…



Bugün tamamen ayrı bir dünyada yaşıyoruz.



Türkiye, fillerin üzerinde tepişeceği bir 'çimenlik alan' değil artık.



Öte yandan, dengeler de değişmiş durumda. Şu anda Küba ile ABD arasındaki ilişkiler geliştirilirken, Türkiye ile ABD arasındaki ilişkiler gerilmiş durumda ve hatta Rusya ile Türkiye arasında bir yakınlaşma mevcut…



Ayrıca, Küba devrimi başta Latin Amerika ülkeleri olmak üzere, başka ülkeler için bir model olamayacak kadar köhnemiş kabul ediliyor.



Fidel Castro ölünceye kadar iktidarını korumuş olsa da Küba devrimi onun ölümünden çok daha önce ruhunu teslim etti.



1959'da devrimi destekleyen isimlerin bir kısmı Castro'yu otoriterlikle suçlarken ve Küba'nın içler acısı halinden dem vurdular ve ABD'ye desteğini açıkladılar; bir kısmı ise günümüze kadar devrime bağlılığını sürdürdü.



Latin Amerika'daki sol yönetimler de Küba devrimini minnetle anmıyorlar. Çünkü, mevcut sol yönetimler genel olarak demokrasiyle iktidara geldiler ve bu nedenle devrime hiçbir şey borçlu değiller. “Küba Devrimi'nin Küçük Tarihi” isimli kitaba imza atan Kübalı tarihçi Rafael Rojas'a göre de Latin Amerika solu varlığını az ya da çok Küba Devrimine borçlu olsa bile esasında bu borç oldukça sınırlıdır.



Latin Amerika solu şu anda büyük bir güç kaybına uğruyor ve adım adım sağ hükümetler güç kazanıyor.



Brezilya'da seçimle işbaşına gelen Dilma Rousseff bir hukuk darbesiyle görevden alındı. Üstelik Brezilya'da, yapılan son bölgesel seçimleri sağ kanat kazandı.



Arjantin'de, Uruguay'da sağ hükümetler iş başında.



Bolivya'da, iktidara gelebilen ilk “Aymara yerlisi” olan Evo Morales, yeniden seçilmesini öngören referandumu kaybetti.



Ekvador'da Rafael Correa'nın durumu medya yasasıyla ilgili polemikler nedeniyle her geçen gün daha da zor bir hal alıyor.



Arjantin'de, iktidar partisinin adayı, Daniel Scioli, son cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yenilgiye uğradı.



Şili'de 2017 yılında gerçekleşecek başkanlık seçimlerine sağ kazanacak gözüyle bakılıyor. Şili'deki seçimler bu doğrultuda gerçekleşirse, Latin Amerika'da Küba Devriminin en önemli ayaklarından birinin öleceği, Küba Devriminden geriye pek bir şey kalmayacağı belirtiliyor.



Kolombiya'da zaten sol hiçbir zaman iktidar olamamıştı.



Yeni Latin Amerika solu da Küba Devrimini baz alan bir ilham arayışında görünmüyor. Simon Bolivar'ın izinden giden ve Bolivarcı olarak bilinen sol gruplar da kendilerine has krizler yaşıyorlar.



Fidel Castro 2006 yılında kardeşi Raul Castro'ya iktidarı bıraktığında, devrim mirası yozlaşmaya başlamıştı bile. Buna rağmen, çizgili pijamalarıyla ya da eşofmanlarıyla ortalarda dolanan Fidel Castro, devrim ateşini sıcak tutmaya devam ediyordu. Fakat bölgede devrim söylemlerini muhafaza eden tek müttefiki Venezüella'ydı.



Hugo Chávez'in 2013 yılındaki ölümünün ardından, 2014 Aralık'ında, Venezüella'da ABD ile ilişkilerin restorasyonu konuşulmaya başlandı. Genel kanaat, Maduro'nun Venezüella'da Chavez'in mirasını geliştiremediği, kesintiye uğrattığı ve hayatta tutmayı başaramadığı yönünde.



Venezüella'da şu anda iktidar ve muhalefet partisi arasında bir diyalog süreci var, ancak Venezüella Devlet Başkanı Maduro'nun popülaritesi dibe vurmuş durumda. Ayrıca, Chavez yanlıları geçen yıl Ulusal Meclisi kaybetti ve muhalefet partilerinin büyük bölümü yakın zamanda diyalog masasından kalkmak istedi.



Aslında, Küba açısından da durum farklı değil. Küba'da güvensizlik ve yoksulluk artıyor. Kübalı gençler de devrimi sorguluyorlar. Devrim ebeveynleri ve dedeleri için belki iyiydi, ama özgürlüklerin kısıtlı olduğu bir toplumda büyüyen ve dünyanın geri kalanından soyutlanan Kübalı gençler için hayır.



Küba modeli Latin Amerika'da kendini yeniden üretemedi. Devrim buhar olup uçuyor.



İleride ne olur, bilinmez. Latin Amerika'da filizlenen yeni sol dalga, belki başarılı genç politikacılar çıkarabilir. Ama günümüzün gerçeği şu: Fidel öldü. Devrim öldü.


#Fidel Castro
#Küba
#Latin Amerika
#Devrim
7 yıl önce
Latin Amerika'da Küba devriminden geriye ne kaldı?
Sosyal çürüme yazıları 3: Şişirilmiş dudaklar cumhuriyeti
Evvelbahar
Siz hiç “ayben”e para gönderdiniz mi?
Irak: Kurtların sessizliği…
Direniş meşrudur, tükür kardeşim