|
Parmak gazeteci

Analiz yapmak yerine tehdit etmek, yorumlamak yerine ona buna parmak sallamakla meşgul. Hem bu tavrı nedeniyle, hem de büyük mücadele içinde küçük hesaplar peşinde koştuğu için benim gözümde “parmak gazeteci” o.



Zaten Twitterdaki fotoğrafı da “I want you” diyen Sam Amca'nın reprodüksiyonu “Cem Amca” gibi, her ikisi de parmak gösteriyor. Fakat Cem Amca'nın Sam Amca'dan bir farkı var. Sam Amca “seni istiyorum” derken, Cem Amca “seni istemiyorum” diyor; tıpkı şu moda programındakiler gibi “bizimle deyılsınnn” deyip duruyor. Her fırsatta, hedef tahtasına birini ya da bir gurubu koyarak, seni tasfiye ederim, seni içeri attırırım, sizi mahvederim…” benzeri sözler sarf ediyor.



Bir köşe yazarı gibi değil, “alın bunu, alın…” diyen komiser gibi.



Yazı yazmıyor; sicil üslubuyla zabıt tutuyor, iddianame kaleme alıyor.



Son olarak bir televizyon programında kin ve nefret kustu.



Mavi Marmara şehitlerine, gazilerine ve yoldaşlarına hakaretler savurdu, tabiri caiz ise Mavi Marmara'ya savcı kesildi, İsrail'in avukatlığına soyundu.



Farkında olmadığı bir şey var: Mavi Marmara ile Davos'taki “one minute” aynı ruh köklerine aittir. Mavi Marmara'ya binme cesareti ile tankın altına girme, üstüne çıkma, karşısına dikilme cesareti aynı şeydir. Mavi Marmara, 15 Temmuz'da karanlığa okunan ezan ve salalardır. Esasında, Cumhurbaşkanımızın “bana mı sordunuz” çıkışı, Mavi Marmara ekibini toprağa gömmek değil, güncel siyasetin sınırları içinde kalan bir ikazdı sadece.



Ancak “rol çalmakta, parmak sallamakta sınır tanımayan gazeteciler kulübünün önde gelen ismi” küçük kurnazlıklara başvurarak; “Bu radikal İslamcı manyak tipler” diye mimlediği insanları “hocacı”, kendisini de “aşırı reisçi, en kral reisçi” kompartımanına koyarak korunaklı bir pozisyon üstleniyor.



Tek başına bir pembe dizi gibi, her türlü entrikayı sahneliyor.



Sonraki günlerde katıldığı bir televizyon programında, güya kendisini savunmak adına, defalarca üç ülkenin ismini tekrarlayıp durdu: İsrail, Amerika, İngiltere… İsrail, Amerika, İngiltere… İsrail, Amerika, İngiltere…



En azılı Amerikan muhibbi, en sadık İngilizci, en açık İsrailci bile 10 dakikalık bir konuşma içerisinde bu ülkelerin adını bu kadar sık zikretmemiştir herhalde. Bıraksan, tespih çeker gibi 33 kez İsrail, 33 kez Amerika, 33 kez İngiltere diyerek zikir yapacak. O derece.



Şu “kafadan düşmanlık” meselesine gelince… Tamam, uluslararası ilişkilerde ülkeler bir yandan bağımsız duruşlarını korurken, diğer yandan karşılıklı bağımlılık ilkesi içinde hareket eder ve bu yüzden “kafadan düşmanlık” yerine “denge politikası” gözetirler. Bu bir görüştür. Aklı başında her görüş muteber olmasa da muhterem sayılır. Fakat sözkonusu şahıs görüşlerini bu kadar “seviyeli” ve “estetik” ifade etmiyor. Ayrıca, bu tespiti yapmakla da sınırlı kalmıyor. O, bir taraftan İsrail'e, Amerika'ya, İngiltere'ye (ve araya sıkıştırdığı Rusya'ya) “kafadan düşman olmayalım” derken, diğer taraftan İslamcılara (bütünüyle tasfiye edilmelerini salık verecek kadar) kafadan düşmanlık besliyor.



Tuhaf! Yok, aslında hiç de tuhaf değil, çok doğal, “İslamcıları tasfiye edelim” yaklaşımı birkaç azılı FETÖ'cü tarafından da iltifat gördü. Normaldir, yıllar boyunca “kalvinist, sentetik, eklektik İslamcılık” inşa ederek içerideki İslamcıları tasfiye etme peşindeki FETÖ'cüler de “manyak tipler” denilen o İslamcılardan hiçbir zaman hazzetmediler, “güneydeki sevdikleri ülke” ile kaynaşamayan o İslamcıları hiçbir zaman içlerine sindiremediler ve onları IŞID'le, El Kaide'yle, Selam-Tevhid örgütüyle özdeşleştirip tasfiye etmek için ellerinden geleni yaptılar.



İşin başka bir boyutu daha var: “İslamcıların tasfiye edilmesi” gerektiği saptaması “kafadan düşman” olunmaması öğütlenen İsrail, Amerika, İngiltere ile diğer batı medyası ve siyasetinde de sıkça vurgulanıyor. Üstelik bu ve benzer cümleler aslında AK Parti'nin ve daha özelde Erdoğan'ın tasfiye edilmesi gerektiği mesajını içeriyor.



Çünkü AK Parti'nin yolculuğu, dolayısıyla Erdoğan'ın yükselişi ve başarı öyküsü bu ülkelerin nazarında İslamcıların yükselişi ve hikâyesidir. Bütün o “cihadist” yakıştırmaları, bütün o eksen kayması tartışmaları, bütün o Türkiye muhafazakârlaşıyor mavalları, bütün o diktatör propagandaları, bütün o gözü dönmüş Erdoğan düşmanlığının ve hatta kanlı, acımasız 15 Temmuz darbe girişiminin ardında bu yükselişe ket vurmak var.



Bir şey daha var. Belki hepsinden daha önemli: Referandum sonucu ortada… Yüzde 52'ye yakın bir EVET oyu çıktı ve Türkiye yeni bir sisteme, parlamenter sistemden Cumhurbaşkanlığı sistemine geçti. Yeni sistem, artık yüzde 35'lerin, yüzde 45'lerin değil, mutlak surette yüzde 50'nin üzerinde oy almanın geçer akçe olduğu bir sistemdir.



Dolayısıyla bundan sonraki süreçte AK Parti'ye toplumun bir kesimini dışlaması, ötekileştirmesi, tasfiye etmesi gerektiğini salık verenler, aslında AK Parti'yi de, Erdoğan'ı da baltalama girişimi içine giriyorlar demektir. Hele de “İslamcılar” gibi Türk siyasetinin temel bir sütununun tasfiyesini öğütleyen bu kafa tam olarak AK Parti'nin altını oymak, tabanında gedik açmak için operasyon çekiyor demektir.



Dışlayıcı, ötekileştirici, tasfiyeci bu tutum “akıl verme” değil “akıl tutulması”na ortak etme çabasıdır. “Yüzde 50 sisteminde” böylesi bir akılla gemi yüzdürülmez ve fakat gemiyi batırmak için daha iyi bir yol da olamaz.


#AK Parti
#FETÖ
#Cumhurbaşkanı Erdoğan
7 yıl önce
Parmak gazeteci
Evvelbahar
Siz hiç “ayben”e para gönderdiniz mi?
Irak: Kurtların sessizliği…
Direniş meşrudur, tükür kardeşim
Columbia’da ‘Filistin’le Dayanışma Çadırları’