|
Geçim zor

Türkiye coğrafi konumu, tarihi birikimi, taşıdığı potansiyel ile her an bir hamle yapmaya; bölgesinde bir güç odağı olmaya namzettir.

Belki namzetlikten de geçmiş bizatihi güç odağı olmuştur. Ama bunu hissedemiyoruz. Sürekli bir ileri iki geri durumu var. Bir “gizli el” Türkiye adım attıkça onu geri çekiyor, veya adım atmaya niyetlendiğinde onu bundan vazgeçiriyor. Adeta bir kısır döngü içindeyiz.

Bu kısırlık vatandaşa yansıyor ve onu karamsar kılıyor. Karamsar olmamak elde değil. Herhalde artık bütün akıl sahiplerinin dediği gibi bu terazi bu sıkleti çekemiyor. Devletin bütün unsurları ile yeni bir zihniyeti benimsemesi ve kendini yenilemesi lazım.

Geçen yılın verilerine baktığımızda, hayatın ne kadar zor olduğunu görüyoruz. Elbette ki “zengin yükünü dağdan aşırır, fakir düz ovada şaşırır”.

Türkiye''de müthiş bir yoksulluk yaşanıyor, işsizlik diz boyu. Açlık sınırı gelmiş bilmem nereye dayanmış. Bu durumda “nurlu ufuklar”dan bahsetmek sakil kaçıyor.

Mesela TÜİK''in belirlemesine göre “hane halkının” durumu şöyle: Hanelerin %55''i borçlu. Borç taksidi veya faiz ödüyor. Hanelerin %30''unda konut masrafları ağır geliyor. Oysa bu hanelerin %60''ı içinde yaşayanların mülkiyetinde. Ancak konutların sağladığı hayat şartları kötü. Zaten mesela İstanbul''da konutların çoğu kaçak. Plansız ve depreme dayanıksız. Öyle semtler var ki bir karış yeşil alanı yok. Göçler sebebi ile akıl almaz bir biçimde genişleyen şehirde deniz görmeyenler çok. Şehrin ve konutların sorunları bugünü işi değil; yılların birikimi. Bunları çözmek seneler alır. Oysa bir gecekonduyu yıkmak, biliyorsunuz neredeyse bir meydan savaşı gerektiriyor.

Ülkenin adım atması, şu dünya çapındaki kriz içinde üretim yapması imkanı kalmadı. 2009''un ilk dokuz ayında geçen yılın aynı dönemine göre %8.4 gerilemiş durumdayız.

Üretimi artıramayınca ona bağlı olarak işsiz sayısı artıyor. İşsizlik geldi geldi resmi rakamlara göre 3,5 milyona dayandı. Eylül ayında bu oran %13.4 rakamına ulaştı.

İşsizliğin ülkede nasıl bir karamsarlık yarattığını tasvir etmeye lüzum görmüyorum. Ancak şurasını belirtmeliyim: İşsizlik açlığı doğurur, açlık ise isyanı.

Türkiye''nin öteden beri üzerinde yeterince durmadığı, bu sebeple iç göçün hızlandığı mesele, bölgeler arası kalkınmışlık ve gelir dağılımındaki bozukluktur. TÜİK rakamlarına göre 12 milyon yoksulumuz var. Ben bunun yirmi milyon civarında olduğunu sanıyorum. Çünkü yoksulluk biraz da izafi bir şey. Aynı zamanda bizim millet sabır ve şükür sahibidir. Öyle zırt-pırt ortaya atılıp yoksulluk konusunda çıngar çıkarmaz. Hatta çoğu kez “kan tükürüp kızılcık şerbeti içtiğini” söyler.

Bu yoksulların yegane dayanağı yine yoksul akraba ve komşularıdır. İslâm ahlakının getirdiği dayanışma duygusu milleti ayakta tutuyor ve yoksulluğun boyutlarını gizliyor. Aza kanaat eden, çileye yatkın bu millete bütün hükumetler teşekkür borçludur.

Ülkemizde en zengin 3,5 milyon hane toplam gelirin %48.4''ünü alıyor. Bu kabul edilebilir bir şey değildir. Memleketin kanayan yarasının ortasında bu zulüm yatmaktadır. Hükumetler ekonomide önceliği bu meselenin halline ayırmalıdır. Maaş ve ücretle geçinenlerin de bir ek geliri olmadığı için sürekli sıkıntı çektiğini söyleyebiliriz.

Önceleri küçümsenen “mikro kredi” imkanlarının kullanılmaya başlaması ile alınan neticeler ortaya çıktıkça; bu yöntemin bilhassa kadınlar nezdinde çok yoksul bölgelerde mucizeler yarattığına şahit oluyoruz.

Mikro kredinin yaygınlaştırılması bir bakıma “umudun yayılması” mânasına geliyor. Bu psikolojik imkânı ekonominin devasa şartları ile kıyaslamadan genişletmeye çalışmak lazımdır.

Bankalara bakarak Türkiye''de “tasarrufun küçük” olduğunu söylemek bir bakıma doğru bir bakıma yanlıştır. Doğrudur çünkü rakamlar böyle diyor. Yanlıştır çünkü halkın hâlâ büyük çoğunluğu altına, yani “yastık altına” güvenmektedir.

Yastık altında ne kadar altının olduğu konusunda söylenenler palavradır. Doğru olan savaşlardan, kıtlıktan, seferberlikten, her türlü karsambadan çıkıp gelen bu millet “kefen parası” diye mutlaka yastık altına bir şeyler koyar ve ona dokunmaz.

Hastalık ve zaruri ihtiyaçlar için bir güvencedir bu. Bunu ekonomiye kazandırmak bence muhaldir. Bunun yerine yurt dışına götürülmüş paraları geri çağırmak, bunun şartlarını oluşturmak akla daha yakındır. Sözün kısası ülkede “geçim zor”. Ama sokağa çıkın halka sorun “ne istiyorsunuz?” diye. Önce iş biter, sonra huzur. Kimse zenginlik istemez. İnanmayacaksınız belki ama zenginlik halkın gözünde matah bir şey değildir. “Çok söz yalansız, çok mal haramsız olmaz” atasözünü hatırlayın.

14 yıl önce
Geçim zor
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir
Yeni tehditler ve Türkiye’nin kurumsal güncellenmesi