|
Gül ve diken

Genç kadın merhamet ile dolan kalbinin sesini dinleyerek o gün, o mübarek gün bir iylik seferine çıktı.

Dinimiz fukaraya yardım edin diyordu. Ama gelin görün ki, oturdukları sitede fakir yoktu. Yan sitede, ötekilerde durum aynı.

Bunda şaşacak bir şey yok. Bu sitelerde hali vakti yerinde olanlar oturuyor. Fakir bulmak mesele.

Uzaklara, şehrin kenar mahallelerine gitmek lazım. Oralar da korkulu yerler. Allah göstermesin insanın başına neler gelir. Her gün gazetelerde neler okuyoruz.

Genç kadın bütün bu kötü düşünceleri aştı, o yıkık dökük mahalleye ulaştı. Mahalle tepeden dereye doğru teras teras iniyor. Gecekondu değil. Azınlıkların terkedilmiş apartman eskilerinden oluşuyor. Yıkılacakmış gibi binalar, daracık sokaklar. Pencereden pencereye çekilmiş çamaşır ipleri.

Ama bir o kadar da canlı. Cıvıl cıvıl. Çünkü çok çocuk var ve ara sıra geçen araçlara aldırmadan sokakta oynuyorlar. Bir yerde, bir evde çocuk varsa şenlendirir orayı. Masumiyetin temizliği, coşkusu, enerjisi.

Kadın bir zaman uzanıp giden sokağa baktı. Ne var bunda? Fırınıyla, bakkalı-manavıyla, sokak satıcılarıyla sevimli bir yer. Yeşilçam tadında.

Yokuşun başında bir polis arabası duruyor. İki polis arabanın arkasındaki ağacın dibinde çökmüş sigara içip laflıyorlar. Polisin biri arabada.

Kadın yaklaşıp soruyor:

– Bir olay mı var?

Oturanlar kalkıyor.

– Yoo! Ama olabilir, biz ihtiyaten bekliyoruz.

Kadın gülümsüyor.

– Karakol gibi yani.

– Öyle. Siz nereye böyle?

– Bir dernekten geliyorum, şöyle bir bakıp gideceğim. Gıda yardımı dağıtacağız.

– İyi. Dikkatli olun.

Kadın teşekkür edip ayrılıyor. Çantasından cüzdanı, kimliği, anahtarları, telefonu falan çıkarıp bol cepli gömleğine yerleştiriyor. Çantada kâğıt mendil, parfüm vb. kaldı. Ağır ağır ilerliyor.

Bazı boş evlerin gövdesine tabela asmışlar. "Her an yıkılabilir". Yine de bunlardan birinin önünde, eski bir koltukta bir ihtiyar oturuyor. Saç-baş birbirine karışmış, kimsesiz galiba.

Az aşağıda bir kadın asfalta serdiği kilimi yıkıyor. Bir elinde fırça ötekinde hortum.

– Kolay gelsin.

– Hoş geldiniz. Ne istemiştiniz?

– Hiç. Bir dernekten geliyorum da. Gıda yardımı yapacaktık. Acaba hangi evlere yapsak.

Kadın gülümsüyor. Sokağın sonuna bakarak.

– Gördüğün her eve yap. Herkes bekler.

– Ya şu ihtiyar.

– Ha! O mu? Yaşar Efendi. Kimsesiz.

– Yalnız mı?

– Yalnız.

– Kim bakıyor?

– Hiç. Biz. Ara sıra çamaşırını yıkarız. Her gün bir evden yemek gider. Gözleri de pek görmüyor.

Kadın adama doğru bakıyor.

– Ona biraz para versem.

– İyi olur, ama kimse görmesin. Sonra başınıza üşüşürler.

Kadın gidip adamla konuşuyor, önceden hazırladığı parayı eline tutuşturup geri geliyor. Kilim yıkayan kadın.

– Allah razı olsun. İhtiyacı olan çok burda ama mahallenin şöhreti kötü, kimse gelmiyor, korkuyorlar.

– Niye.

– Evlere baksana, nerdeyse yıkılacak. Çoğunda tinerci var, yaramaz adamlar var.

Evler penceresiz camları, açık kapıları, karanlık yüzleriyle kadının üzerine geliyor.

– Teşekkür ederim. Ben sokak başına kadar gidip döneceğim.

– Sağolun, gıda paketini bekliyoruz, unutmayın.

Kadın ağır ağır ip atlayan, top oynayan çocukların arasından geçerek sokağın sonunu buluyor.

Sokak orada dönerek viraj alıyor, tam köşebaşı. Kadın köşeyi dönüp kayboluyor.

Bir süre sonra eli yüzü, elbisesi kirlenmiş, örselenmiş olarak yokuşu çıkıyor. Yeniden kilim yıkayan kadınla karşılaşıyor. Kadın:

– Geçmiş olsun, çantayı kaptırdın galiba.

Kadın hiç de üzgün değil.

– Öyle. Ama içinde bir şey yoktu.

– Kusura bakmayın bu mahalle böyle.

– Ne kusuru canım. Burayı böyle bırakanlar utansın.

11 yıl önce
Gül ve diken
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir
Yeni tehditler ve Türkiye’nin kurumsal güncellenmesi